11 Aralık 2010 Cumartesi

Fenerbahçe Ülker - Regal Barcelona 69-75 (Salondan İzlenimler)










Bu sezon başında deplasmanda son Euroleague şampiyonu sıfatıyla oynayan barcelona'yı evinde devirmeyi başarmıştık. Bu galibiyetin verdiği coşkuyla rüzgarı arkasına alıp taraftarlarıyla fırtınaya çeviren erkek basketbol takımımız rövanşta eksikleriyle daha sıkıntılı bir barcelona buldu. Ancak basketbolun taktik incelikleriyle bizi zayıf noktalarımızdan iyi vurup, hakemlerin de ortamı gerecek kadar ilginç düdükleriyle onlara yanaşmamıza fırsat bırakmamasıyla, ikili averaj yönünden üzülmeyecek şekilde maçı 69-75 kaybediverdik.

Maça bilet satış yöntemindeki değişiklik, bilet limitlerinden dolayı sıkıntılar gibi detayları düşünerek geçirilen bir hafta sonunda nihayet maç günü gelip çatmıştı. Erkenden tükenen biletler dolayısıyla nasıl bir ortam olacağını merakla bekliyorduk, gene karaborsacılar,promosyon davetiyeler vs. yüzünden boşluklar olacak mıydı, sadece böyle popülaritesi maçlara ilgi gösteren pasif seyirci kitlesi mi dolduracaktı yoksa coşku tavan mı yapacaktı.

Yoğun yağış alarmlarının öncesinde kuru bir havaya denk gelen akşam ortamında ,metrobüsle rahat bir şekilde Şirinevler durağına gelip inmiştim ki, durakta kavganın ortasında kalıverdik. Bir önceki metrobüsten inen Fenerbahçeli genç bir taraftar kitlesi, indikleri metrobüs içinde olan birileriyle tartışıyorlardı,küfürler itişmeler falan derken o metrobüs zorlukla hareket edip kaçıverdi. Ben de Ataköy içindeki Atrium alışveriş merkezine doğru kısa bir mesafe yürüyerek içerde bekleyen arkadaşımla buluşuverdim. Daha maça bir buçuk saat varken pastane kısmında oturarak zaman geçirdik. Etraf Fenerbahçe formalı atkılı taraftarlarla doluydu, Grup CK'lılar da orada bir masada toplanmıştı, onlarla selamlaşıp bir pasta ve çaylarımızla bir masaya oturduk. Abdi İpekçi ile kıyaslarsak bu salona gidiş yolu yakınlarında böyle bir sosyal mekanın olması burayı daha cazip yapıyor. Taraftarların maç öncesi buluşabileceği, birşeyler yiyebileceği düzgün yer bulmak Abdi İpekçi'nin etrafında pek mümkün değildi, orada da biraz uzak mesafede kalan Olivium Alışveriş merkezi vardı. Bu ortamı görünce açıkçası Ataşehir'de yapılan yeni salon ve alışveriş merkezlerinin nasıl bir cazibe merkezi olacağını tahmin edebiliyorum.

Atrium'dan çıkıp salona siteler içindeki yoldan gidiverdik, ne zaman ki caddeden karşıya geçtik ilk karaborsacılara rastlayıverdik. Maça yarım saatten az bir zaman kalmıştı,etraf kalabalık görünüyordu ama ön taraftaki giriş kapılarının çoğu açıktı, kuyruklar yoktu. Salona girmeden önce kombine kart satış gişesine bir göz atalım dedim, oradaki adama 113 nolu bloktan satış yapılıp yapılmadığını sorup, oradan kombine almak istiyoruz nasıl olacak dedim. Geçen hafta Nedim Karakaş'ın da söylediği gibi yan blok aile tribünü olduğundan dolayı orası kombineye sunulmamış diye benzer şeylerden bahsetti, sadece bilet satılıyor dedi, yani bir çözüm sunamıyorlardı, halbuki orası hem fiyat olarak ekonomik,hem taraftar tribünü yanında tezahürata katılmaya müsait,hem de bizim bench arka çaprazında sahaya yakın bir yerdi. Nedim Karakaş ile tekrar görüşüp konuşun ama kombine satışlarıda haftaya 15 Aralıkta bitiyor dediler. Maç sonu ise oyuncu çıkış yerinde bu sefer Nedim Karakaş'ı göremedim. Görsem kombine meselesi dışında bugünkü organizasyon saçmalıklarıyla ilgili de birsürü şikayetim olacaktı.

Biz salona gireceğimiz kapıya yöneliverdik, orada da kuyruk yoktu ama etrafta GFB li gençlerin bir kısmı göze çarpıyordu, Tufan Komiseri görüverdim, çocuklardan aldığı davulu sallayıp içeri sokmuyorum dağılın lan diye bağırıyordu. Amigo Yücel'de oradaydı, o birilerine bilet veriyorken, biz kontrol noktasından içeri giriverdik. Cebimdeki bozuk paraları kaptırmamak için bulmaya çalışıyorken, önüme dikilen polis beni aramaya başladı. Bunca zaman maça gittiğim halde ilk defa bir düdük götürmüştüm, bozukluklarımı ondan saklayım derken polis avucumdaki düdüğü farketti, vermemi istedi. Ben ona yahu plastik düdük, maçta gürültü yapmak için düdük öttürmek yasak mı, sahaya atacak değilim falan diye laf anlattıysamda hiç iplemedi,uyuz etti.

Bilet barkodlarını okutup salona giriverdik, arkadaşla biletlerimiz aynı bloktan ama ben onun ön sırasında biryerdeydim. Diğer birkaç arkadaş ise bu blokta en üst koltuklardan bilet alabilmişler fakat henüz girmemişlerdi, diğer tanıdıklar ise farklı farklı bloklarda dağılmıştı, yani böyle bilet satışı olunca herkes dağılıverdi ancak maç öncesi ve sonrasında toplanıverdik. Önce yerimize gidiverdik, ilk dikkatimizi çeken tavanlardan sarkıtılarak asılmış olan bizim takım oyuncularının resimleriydi, bu esnada barcelona takımı sahaya ıslıklar eşliğinde çıkıyordu.

Ben arkadaşla bir de yukarı katların görüş açısına bakalım, oralardan kombine alsak nasıl olur diyerek bir tur atıverdik, Açıkçası pek beğenmedik, sahayı heryerden net görmek mümkün oluyor ama uzak kalınıyor,zaten üst kattakileri maç sırasında inceleyince tezahüratlara da anca takım ortamı coşturursa katılım gösterdiklerini gördüm..

Biz yerimize dönerken koridorlarda dolaşan Ülker mutlu bir an animatörleri taraftarları bir şeyler kazanmak için birşeye davet ediyordu ama hiç dinlemeden devam ettik. Tribüne girince hemen sağ tarafımızdaki locada Ömer Onan'ın eşi ile çocuklarının olduğunu farkettim, bizim arkadaşlarda gelmiş üst taraftaki koltuklarına yerleşmişlerdi, eğer boş yer olursa toplu oturmaya çalışırız dedik. Ben onlarla konuşurken yerlerin çoğu dolmuştu,arkadaşın yanına oturan kişiyi ikna edip benim koltuğa yolladık, meğersem o da beraber geldiği arkadaşlarının yanına geçmiş oldu, böyle tesadüfle cuk oturduk.

Salonda maçın başlamasına 10-15 dakika kala boşluklar hızla doluyordu, alt katlardaki maç öncesi doluluk oranı geçen haftaya göre daha fazlaydı. Bizim oyuncular ısınmaların son kısımlarını yapıp kadro anonsları için toplanıverdiler. Yan taraftaki koltuksuz taraftar tribünü tıklım tıklım dolmuştu ancak ortalıkta hiç sopalı bayrak falan gözükmüyordu, getirmemiş olabilirler ama bilmiyorum belki de emniyet uyuzluk yapıp sokmamıştır. Görsellikte zayıf ama nicelikte kalabalık bir tribün görünümü vardı, nitelik ile ilgili değerlendirmeleri ise birazdan yazayım.

Salon içindeki kalabalığın elinde beyaz üzerine lacivert yazılı çubuk balonlar dağıtılmıştı, takımın giyeceği formada beyaz formaydı, sanki Fenerbahçe renkleri sarı-lacivert değilmiş gibi bunu çağrıştıran birşeyler görmek çok zordu. Hakemler hakkında bazı endişelerimizi arkadaşla maçtan önce konuşmuştuk, aynı grupta olan takımların ülkelerinden hakemler nasıl oluyorda maçlara verilebiliyor hayret diyorduk, hakemler anons edilirken kimin hangi ülkeden olduğunu duyamadım, yoğun bir uğultuyla barcelona takımı anonsları ıslıklanıyordu. Herkes ayaklanmıştı,ortam ışıkları birdenbire karaltılarak uzun bir müzik eşliğinde bizim takım oyuncularının anons edilmesini bekledik. Taraftarlar fotoğraf ve video kayıtları yapmaya koyulduğundan bütün salonda minik ışıklar parlıyordu. Anonscu ve taraftarın yarı yarıya paylaşarak isimleri alkışlarla haykırması sonrasında,loş ışıkların açılıverdi, biranda sol taraftan yükselen hiçbirşeyeee değişilmeez senin sevgin bu dünyadaaa..Fenerbahçeem... sesleriyle ambians tam tavan yapıverdi, artık maç zamanı gelmişti. Hele birde salon içinde sopalı sarı lacivert bayraklarla tur atan gösteri grubu güzel bir görsellik katmıştı ama nedense hemen koridordan içeri kaçtılar, halbuki verselerdi bu bayrakları tribündekilere ne güzel olurdu.

Yan tarafımızdaki medya masalarının da tıklım tıklım dolu olduğunu gördüm, sağ taraftaki blokta oturanlardan birinin elindeki Real Madrid bayrağını sallaması hemen dikkatimi çekti, cinco estrellas yazılı Bernabeu'da ki kale arkası gruplarından birinin bayrağıydı, ben de maça Bernabeu'dan aldığım bir Real Madrid atkısıyla gelmiştim, koridorlarda gezerken kimi taraftarların boynunda da böyle atkılara denk gelmiştim. GFB pankartı üzerinde beyaz bez üzerine eflatun renkte Fenerbahçe is not Real Madrid yazan pankart açmışlardı.

Yanımdaki arkadaş salona göz geçirirken bizim tam uzak karşımızdaki çapraz locada oturan eşofmanlıları farketti, dikkatli bakınca bayan basketbol takımımız olduğunu anladık, kimin hangisi olduğu da biraz yoğunlaşınca seçilebiliyordu, Penny elinde cips paketiyle Diana'nın yanında oturuyordu, zaten maçın ortalarında bir ara onlarında burada oldukları anons ediliverdi, herkes oraya doğru yönelip alkışlayıverdi. Ama salonda olan futbol takımı oyuncuları ile ilgili bir anons oldu mu bilmiyorum, ben duymadım,zaten onların salonda olduğunu eve gelince tekrarına bakarken gördüm. Kaya'nın geçen hafta kaydettiği 1000. sayısı için kulüp tarafından plaket verileceği anons edildi, geçen sezonlarda Fenerbahçe senin laylalay.... diyen tribündekilerin Kaya Peker oley tezahüratları duyuluyordu, profesyonel tribüncülük de böyle birşey işte.

Maç başlamasına yakın solumdaki taraftar tribününe bir daha göz atıverdim, üstlere doğru yaş ortalaması genelden biraz daha fazla bir grup taraftar topluluğu daha vardı, aşağılarda ise amigo Yücel ve çevresinde GFB'liler toplanmıştı. Maraton tribünü ortasında sıkışık bir vaziyette ayakta duran FBD'liler maçın ilk periyodunu bir süre öyle takip ettilerse de sonra genele uyarak çöküverdiler. Maça kasap havasıyla giriş yaptık, VİP tribünde zıplayan bir kişi görmek bile zordu, keza maraton alt tribündede orta kısımdakiler hariç katılım yoktu,üst katlar ise biraz daha katılımcıydı. Böyle bir kasap havası daha biterken, arkalardan çööök çöök çök sesleri geç kalmadan geliverdi,zaten rakipte potamıza sayıyı çökertmişti bile.

İlk periyodun başında onların agresif savunmaları, bize ilerde kurdukları baskıları maçı eksik kadrolarına rağmen nasıl istediklerini hissettirdi, sonuçta Final Four barcelona şehrinde yapılacaksa, bu takım kendi evindeki organizasyon dışında kalmamak için dezavantajlı duruma düşmek istemezdi. Bizim hücum organizasyonlarımız bozuk çalarken, onlar yüksek posttan şutları sokuyor, ikili oyunlarla da uzunları asistleyerek rahat basketlerle farkı açıyordu. Top bize geçince, süre eriyor eriyor, bir türlü pas alışverişi kuramayınca birisi potaya yönelip topu atıyordu, ne oluyoruz yahu demeye kalmadan fark açıldı, hiç ummadığımız bir başlangıç oldu,mola alıverdik. Zaten maç boyu da bu kısımda yediğimiz farkı kapatma uğraşıyla geçiverdi.

Bu süreçte tribünün idaresi açıkçası hiç iç açıcı değildi, ilk başta bizim için saldır Kanarya şeklinde sıkı bir gazla girildiyse de, rakipten gelen sayılarla açılan fark salondaki seyirci kitlesinin gazını alıverdi,çöküp izlemeye başladılar. Buna karşılık taraftar tribünündekiler etraftan katılım az gelince kendi çalıp oynamaya yöneliverdi ki, bu esnalarda barcelona farkı yavaştan açmaya başlamıştı. Farkı kapamak,daha fazla açmalarına izin vermemek için oyunu iyi takip ederek tribün idare etmeliydiler.
Onlar farkı açarak hücum ediyorken artık bunca tecrübeleriyle neyi nerede yapacaklarını bilmelerini beklerdim. Taraftarı ayağa davet edip,maraton tarafıyla karşılıklı tezahürat yapmak isteklerine anlam veremedim, her isteklerine de uymamak gerekiyor. Tabii maçtaki vaziyetten kopmayanların rakip hücum sırasındaki yoğun uğultusu,ıslık gürültüleri dolayısıyla maratonun ortasındakilerden azınlık bir cevap geldiyse de tezahürat edemediler, ses boğuldu.

Baktılar ortam başka tribünlerle tezahürat yapılacak gibi değil, bu yanlışa devam ederek bu sefer sahaya arkalarını dönüp,maçtan kopuk vaziyette kendi aralarında alt üst bölünerek tezahürata koyuldular. Sen sahada ben tribünde ölümüne Fenerbahçe.... diyerek tezahürat ederlerken bizim oyunculardan biri o tarafa doğru faul kullacaktı, ilginç olan tribünlerin sessizlik isteğine zıt olarak tezahürat güçlü halde yumruklarla falan devam ederken iki atışta isabetli oldu. Yani bu mesele öyle tüm salonun şşşt şşt diye susmasıyla falan alakalı değil bence, mesele oyuncunun kafasında. Zaten maç devam ederken de gene buna benzer anlar oldu, tezahürat edilirken karşı potaya serbest atış atan oyuncularımızdan kaçıran olmuyordu, ne zaman şşştşşt diye etraftakiler zorla susturup ortama stres yükleyince kaçan sayılar oluyor. Sürekli gürültü yapılıp eller sallanarak kaçırmaları için uğraştığımız barçalılar ise neredeyse hepsini attılar, halbuki ortam sessizleşerek tam atacağı sırada ilginç seslerle yüklenmek daha dikkat dağıtıcı olabilirdi.

Oyundaki kötü gidişat sahada başlayan kadronun tamamının değişmesine sebep oldu, onlarda ise maça çok iyi giren Lorbek bir sakatlık yaşayıp soyunma odasına gitti,sonra geri geldiğini gördüm ama maçtan sonra dışarda konuştuğumuzda ikinci devre oynamamasının sebebinin ağrıları olduğunu söyledi. Salondakiler geride olmanın verdiği sıkıntıyla oyuna her giren oyuncudan bir beklentiye giriyordu, birisinin şutu isabetli olsa büyük bir alkış kopuyordu. Ancak yanımdaki arkadaşa nedense ortam Siena maçındaki gibi değil dedim, o ise maçtaki skordandır dedi. Skorun aleyhimize gelişmesine rağmen tribünün takımı ateşlemesi gerekirken, salondaki kitle takımın onları ateşlemesini bekliyor gibiydi, ikinci periyot salon geneline bakıp kös kös seyredenleri görünce bir ara düşündüm bu maç Caferağa'da olsaydı böyle mi olurdu. Takım kötü oynuyorsa oynuyor ama salondakilerin içinde hiç mi maçı çevirme hevesi olmaz yahu, anca üçüncü periyot takım iyi girince herkes bir ayaklanır oldu, demek bu salonda bu işler artık böyle olacak. Karşı pota arkası onlar faul atarken ilk başta hevesle ellerindeki balonları vuruyordu ama ilerleyen sürede iyice sindiler , anonscunun haydi elleri görelim tarzı laflarıyla arada bir hareketlenir oldular.

Periyot arası,molalarda falan sürekli yüksek sesle müzik girilmesi, anonscunun basit oyuncu değişikliklerini bangır bangır okuması yüzünden girilen tezahüratların piç olması gibi başka organizasyonel sıkıntılar da oluyordu. Taraftar tribününden yükselen bizler inandık sizde inanın... sesleri boğulup gitti. İkinci periyot ha şunu atsak ha bunu atsak güzel olacak falan diye diye gene istediğimiz ritmi bulamadık, onlar ise uzunlarını iyi değerlendirip ribauntlarla ikinci şansları kovalıyordu. Mirsad oyunda olduğu zamanlarda mücadele gücümüz,ribauntları çekip koparan elimiz olup bizleri biraz nefeslendiriyordu, zaten kenardayken de yerinde oturamıyordu, sürekli bench arkasında ayakta durup, sabırsızlıkla hocadan oyuna gir diye bir işaret bekliyordu.

Bir ara Sean May oyuna girdi, bir defansif ribaunt pozisyonunda koparıp alamadı ama orada vücudunu koyup adamın potaya dönüş yolunu kapattı, hücumda da birkaç çabası oldu, post up becerisini göstermeye çalıştı, dışarıdan attığı üçlük girmedi, çizgi dibindeki bir top kapma mücadelesinde vücudu yerde dışardayken topa temasını hakem es geçti, faul atışlarında salonda sessizlik varken kaçırdı, içeriden ise biraz itiş kakış sonrası çabuk yorulduğunu gördüm, koçta bir süre sonra kenara aldı, biraz daha fizik olarak forma girmesi gerekiyor ki daha fazla verim alabilelim.

Biz farkı tek haneye indirelim iyi olacak diye düşünürken uzak taraftaki kel hakemin cins düdükler çalması dikkatten kaçmıyordu, en çok tepki ona geliyordu. Zaten maçın ikinci devresi şovu bu hakem yaptı, nereli olduğunu bilmiyorduk meğersem İtalyan'mış, olumsuz hakem kararlarına sahaya yakın olan maraton tribününden iyi tepkiler yükseliyordu. Bizim oyuncular potaya varıp bırakacakları topları değerlendiremezken, onlar özellikle Rubio'nun penetrelerinde adamlarını kolayca geçmesiyle boştaki oyuncuya asistlerini iyi değerlendiriyordu. Periyot sonunda biz hücum yaparken 24 saniye süresi işliyordu, neredeyse bir saniye birşey artıyordu, rakip koç bunun için bile mola isteğinde bulundu ama ilginç bir şekilde bizim hücum sonrası masadan süre bitti uyarı düdüğü çaldı. Adam orada masaya ve hakemlere itiraz ederken, bizim oyuncular ise çoktan soyunma odası yoluna koyulmuştu. Biz de ayaklanıp çıkış koridorunun oraya doğru alkışlar tutarak, haydi beyler ikinci devre diye sesleniyorduk. Ama sahadaki şaşkınlık sona ermemişti, bir an bizim oyuncuları tünelden geri çağırır gibi olacaklardı ki, sonunda hakemler masayla konuşup bitti işareti yaptı, barcelona oyuncuları da şaşkınlıkla diğer koridora yöneldiler. Uğultular arasında giden barcelona oyuncularına pota arkasından birkaç ufak madde atıldı.

Devre arası ortaya ilginç tiplemeleriyle eşofmanlı erkekler falan çıkıp danslar etmeye başladılar, bu ne yahu böyle deyip biz en iyisi koridora gidelim dedik, mikrofon elinde gezen animatör maç önceside yaptırdığı tribünden şut oyununu bağıra çağıra organize ediyordu. Gürültüden hiçbirşey konuşmak mümkün olmuyordu,bizde koridora büfeye su almaya gittik, stadta-salonlarda bulunabilen en ucuz bardak su (50 kuruş) burada satıldığından fazladan alıp koltuk altına stokladık. Maçın gidişatını,seyircinin kötü olduğunu konuşaraktan zaman geçti. Taraftar sayısı anons edilmişti, 15752 rakamı duyulunca, inşallah eksik kalan rakam karaborsacıların elinde patlamıştır dedik. Başka yerlerde olduğu gibi bizim olduğumuz blokta da aralarda tek tük boşluklar vardı,bu belki de bir kısımın bileti başka yerden olsa da taraftar tribününe gitmesinden de kaynaklanıyor olabilir. Skorboard arkası tribünlerde her maç olduğu gibi boşluklar daha büyük olmuştu. Önümüzdeki sıranın solundaki üçlü boşluğa yukarıda duran arkadaşları çağırıp monte ettik. İlk devre pota altında ayağı burkulan Kaya sahaya gelirken elinde kahveleriyle yerine dönen Murat Kosova'nın onu durdurup durumunu sorduğunu gördüm, sorun yok cevabıyla o da rahatlayıp masasına döndü.

Takım sahaya yerleşecekti ama hala ortalıktaki animatör ekip cazgır cazgır ötüyordu, müzikte susmayınca bir tezahüratla moral verelim demeye şevk kalmıyor. Amigo Yücel önündeki tayfasına bir nutuk çekiyordu, sahayı işaret edip onlara dönüp bağırıyordu, bir kısım genç coşkuyla onu alkışladılar. İlk devre sonlarına doğru da pota arkası üstündeki gruptan "bir taraftar takıma maç kazandırır" sesleri ile diğer tribünlere bir uyarı gidiyordu.

Anonscunun isteğiyle moral alkışı verilerek ikinci devreye başlandı, hemen akabinde gelen üçlük falan derken bir anda takım-tribün ritmi kuruluverdi. Bütün salonun uğultusu ile barça bizim olduğumuz tarafa,taraftar tribünü önündeki potaya hücumlarda tıkanıverdi. Top bize geçince bizim için saldır Fenerbahçe sesleri salondan yükseliyordu, taraftar tribünü iki parçalı organizasyonu yapmaya başladılar,bu devre onlarda ilk devreki kötü performanslarından sıyrılmıştı. Oradaki herkesin ıslıkla,uğultuyla yüklenmesi bizim savunmanın gayretini artırıyordu, rakip şutu atıp seken ribauntu aldığımız gibi üst tarafta duran grubun tezahüratı yükselerek yayılıyordu.

Geleceğimizi hisseden rakip koç pasquale hemen molayı aldı, mola sırasındaki ortam görülmeye değerdi,herkes ayakta coşmuş vaziyetteydi. Üç alkış tempolu Fenerbahçe sen çok yaşa söylenmeye devam edilince, müzikte açılmadı, rakip koçun asistanları tribünlere bakıyordu. Mola sonrası gene bir tezahürat eşliğinde Kinsey faulleri atıyordu, etraftakilerin şşştlemelerine rağmen tezahürat devam ederken ikisini de soktu. Tam bu gazlama süreci yaşanırken, hakemlerin faul düdükleri ardı ardına ötmeye de başladı, barça tıkanmıştı ama onlar bir yol açıveriyordu.

Gene kopmadan maça asılmaya başladık,Kaya birşeyler çabalıyordu farkı açmalarına izin vermiyorduk ama daha fazla yanaşmamız da mümkün olmuyordu. Bu esnada pasquale itirazlarından dolayı teknik faul alınca, arkasındaki bütün tribünün ayaklanıp ona tepki koyması muazzamdı. Ömer'den beklediğimiz ama bugün gelmeyen üçlük, nihayet Marko Tomas'ın elinden geldi, herkes ayağa zıplıyordu. Mola olduğu gibi pota arkası maç boyu makara yapamamanın verdiği sıkıntıyla, kollar sağa sola, yukarı aşağı, oooley oooley tempoları ile hareketlenip sonunda Fener-bahçe Fenerbahçe oley seslerine dönüştü.


Coşku ve moraller düzelmişti, ancak barça gene istediği zaman baskete ulaşmasını becerir oldu, bir yolunu bulup kolay sayı kazanmaları herkesin sinirini bozuyordu.
Karşılıklı sayılar maçın heyecanını yükseltiverdi, hop oturup hop kalkıyorduk, savunma için uğultuları artırıyorduk, bu arada ortalıkta elinde 6.adam savunma, ıslık gibi yazılar yazan kartonlarla gezen görevliler vardı, ilginçti belki de teknik ekibin planıydı. Onlarda Oğuz'u oyuna almamızla ilginç bir fizikte olan ndong'u sokuyordu, zaten adamın faul atışlarıda sarhoş tarzı yalpamayla yapması hem komikti hem bunların hepsinin isabetli olması sinir bozucuydu. Bazen Rubio'yu dışarda riske ediyorduk ama çocuk içeri katedince savunmayı deliveriyordu.

Beş farkla biten çeyrek sonu herkes takımı alkışlıyordu, tam herkes ayağa davet edilip tezahürat edilecekken anonslar yükseliverdi,Thy yetkilileri bir takım ödül töreni vs. için sahanın içine giriverdiler, lan bu nedir böyle devre arası o kadar zaman varken yapamadılar mı diye millet sinirlenmeye başladı, bizim oyuncular sahaya dönmek için kenarda boş boş dikilmişlerdi ama hala ödül takdimi anonslar devam ediyordu,hafiften protestolar oldu, nihayet ortamın içine edip gittiler, açıkçası kendi sponsorumuzda, euroleague sponsoruda, hatta Fenerium anonslarıda bıktırıverdi (maçta gene kritik bir mola anı bir baktık sahaya Fenerium'un yeni kreasyonları giyen modellerimiz falan filan diye hoplaya zıplaya göstericiler giriverdi, böyle anonslar,yükselen müzik sesi falan derken millet ortamdan kopuveriyor)

Pota arkasının başlattığı bizler inandık sizde inanın bizim için bu maçı alın... sesleriyle son periyoda aceleyle giriverdik. İkinci devre içeri sokabildikleri davulla, bizim için saldır Fenerbahçe temposuna göre vuruyorlardı. Top rakipteyken gene yoğun gürültü kopmaktaydı, savunmamız gene iştahla saldırıyordu, hücumda isabetler kaydedip farkı ikiye kadar indiriverdik, herkes hırsla seviniyordu. Ama barça tekrar soğukkanlı hücumlarına dönüverdi, bir türlü kesemediğimiz pick and roll hücumlarıyla ayağı ağır kalan uzunların arkasına sarkarak sayıları buldular. Bu esnada gelen üçlük atış faulüne her ne kadar hakeme tepkileri verdiysek te Ömer'in yüz ifadesinden ben ne yaptım dediği okunuyordu. Bastıbacak rubio bütün uğraşlara rağmen faullerin hepsini değerlendirdi. Hoca bir ara darbeli savunmaya karşı iyice bitap düşen Ukiç'i kenara aldı, Greer'a güvenemeyip Emir'i çağırdı.

Fark gene açılınca bu sefer gazı kaçan seyirci kitlesi tezahürat eşliğini iyice bıraktı, aldığımız mola ardından dokuz fark varken seyirciler kopmuştu, ahlar vahlar ederek maça bakmaya koyuldular. Hani olur da aralarda bu sessizlikten dolayı tezahürat etmekten çekinenler vardır diye, biz orada birkaç kişi yüksek sesle yan taraftaki pota arkasından yükselen tezahüratlara katılmaya devam ettik, saldırsana Kanaryaaa..bizim için barçaya da koysanaaa diye bağırıp etrafa bakıyorduk ama bir reaksiyon yoktu. Üst kat tribünlere,uzak taraflara baktım, hiç bizim hücumlarda alkışla bile olsa katılan bir kitle dikkat çekmiyordu, pota arkasındakiler bu aşamada kendi çabalarıyla didiniverdi. Biraz daha gaza getirmek için Haydi haydi Allah aşkına... dönsün şaşkına.. girdiler en sonunda dayanamayıp oradan ufak bir grup bağırmayan taraftar defolsun gitsin diye sesleniyorlardı. Zaten son beş dakika kala bir kısım seyirci arkasını döne döne salondan ayrılmaktaydı, yahu beş dakika kocaman bir süre... maç bitti modu,trafik derdi ile çıkmak vs. bunlar nasıl bir mantalitedir anlamak çok güç.

Neyse işte, pota arkasından yenilsen bile maçın sonunda sırılsıklam olsun o forma sesleri cılız bir şekilde gelirken, sonunda gene takım tribünü ateşleyebildi, Kaya bastığı smacı bile ortamı gazlayacak şekilde yapıyordu. Çöken seyirci biraz kıpırdandı, maraton alttan yükselen Feeener şakşakşak Feeener seslerine herkes katıldı. Müthiş bir uğultu, kulakları sağır edercesine ortalığı yıkıyordu, yerlere ayakla vuranlar, koltuklara vuranlar falan birkaç dakika önce suspus oturan seyirciler olunca insan şaşırıyor. Bize geçen topla pota arkasından girilen haydi Fener haydiii tam zamanı şimdi sesleri bütün salonun alkışlarıyla sürüyordu. Üstüste gelen sayılarla farkı üçe kadar indirdik, ikili averaj yönünden hesapları değil maçı kazanmayı istiyorduk, gene mola alıp soğutmaya çabaladılar.

Mola dönüşü boş geçen hücum üstüne ortam iyice elektriklenmişken tam orta saha üzerindeki mücadeleye kel kafalı 2 numaralı hakemin arkadan yetişip düdük çalması bizi zıvanadan çıkardı. Tarence ile Kaya birlikte basarak topu çalarlarken lakovic'e müdahale oldu diye faul çalan hakeme, hem oyuncular hem taraftarlar yüklenmeye başladı. Bu gerginlik ile sahaya atılan yabancı maddeler oldu, bunlar ufak düdük bozuk para gibi şeylerdi. Koç hemen Kaya'yı oradan uzaklaştırıp teknik faul almasına ve averaj sıkıntısına girmemize yol açmasına engel oldu. Ama taraftarların öfkesi dinmiyordu, maç içinde de birkaç defa olduğu gibi bu hakemin ters kararlarında yükselen uğultular iyice artıverdi, sahaya yakın olanlar ona doğru bela okuyarak küfürleri yağdırıyordu, hakem biraz daha vip önüne kaçıverdi.


Burada topu çalsak üç olan fark, verilen faul atışları ile beşe çıkıp artık iki tarafında son dakikayı ikili averaj üstünlüğü için oynamasına yol açtı. Salondaki seyirci kitlesi de artık çıkışa doğru yönelmeye başladı, halbuki daha taktik mücadele bitmemişti. Molalar sırasında da taraftarın hakemlere tepkileri sürüyordu. Onlar aldıkları molayla maç başından beri kaçırmadıkları faulleri taktik olarak ikinciyi kaçırıp ribaunt kovalayacak şekilde değerlendirme yoluna gittiler ki iki kere de başarılı oldular.
Biz ise son hücumu süreyi eriterek onlara top vermeme yolunda tercih ettik, ancak salondaki bazı taraftarlar ne olduğundan bihaber olunca potaya yönelmeyip Ukiç'in elinde eriyen süreye tepki veriyorlardı.

Kötü başladığımız maça ortak olmak için bütün mücadeleyi ortaya koyan takımımız sahadan 69-75 yenik ayrıldı. Oyuncular ortada tebrikleştikten sonra birbirleriyle Fener çekip salonun alkışlarını aldılar, pota arkası son dakikada maçtan sonra elele hep beraber tribüne diye seslenmeye başlamıştı bile, maç bitince de takımı çağırıp alkışladılar. Bizde çıkış koridoruna yönelen oyunculara ve teknik ekibe alkışlarımızı sunduk, nereden gideceklerini şaşıran barça oyuncuları da aynı koridora geliyordu, tam onlara laf atacakken arkadan birileri onları diğer çıkışa yönlendirdi, bu sefer taraftar tribünü önünden geçerek oraya gidiverdiler, yukarıdan üstlerine atılan yabancı maddeler oldu, Nedim Karakaş o tarafa doğru sinirle yaklaşıp yapmayın diye işaret ediyordu.

Koridora çıkınca orada gördüğüm amigo Yücel'e kendi tayfası tezahürat yapıyordu, bizde kapıdan otoparka doğru çıkıverdik, arkadaşın arabayı bıraktığı yer geçen haftaki gibi salonun arka tarafındaydı. Ve gene yoğun bir araç trafiği bizi bekliyordu, bunun üzerine biz takımların otobüslerinin de olduğu çıkış alanlarına doğru bir bakalım dedik. Orada araçların otoparktan çıkış yolunun bariyerle kapatıldığını ve taraftarların güvenlik sorumlularıyla tartıştıklarını gördüm. Ciddi ciddi birbirlerine küfürlerle saldırırcasına kavgaya tutuşacaklardı ki, araya girenler çekiştirip sakinleştirmeye çalıştı. Kulübün güvenlik sorumlusu sinirlenip taraftarın ettiği hakaretle emniyet görevlilerini çağırmaya gidiyorum diyerek elinde telsiziyle gitti, çağırırsan çağır seninle görüşecez diyerek karşılıklı tehditler uçuyordu.

Orada duran diğer özel güvenlik sorumluları da tartışmaya devam etti, adamlar burası protokol araçları çıkışı, hem güvenlik nedeniyle hem de yoğunluk olduğundan araçların geçişine izin verilmiyor diyordu, araçların geri dönüp ters taraftaki çıkışa gitmesini istiyorlardı. Doğal olarak gecenin bu saati sinirleri tepesine çıkan herkes bu nasıl iş, böyle şey mi olur, sanki barcelona takımına hakemlere falan mı saldırcaz bunca araba nasıl geri dönecek, erkenden gelip aracı buraya koyduk ki kolay çıkalım vs.. seslerle yükleniyordu. Ben de güvenlik amirine burada kaos halinde bu çıkışa dizilmiş 300-400 araç var, nasıl geri dönsünler, kim bu işin sorumlusu bizim kulüp mü diye sordum. Evet yoğunluk nedeniyle böyle karar verdiler deyince gene sesler yükseldi, daha önceki haftalarda böyle bir uygulama yoktu, şimdi niye zorluk çıkartıyorsunuz vs..

Neyse bir süre daha oradaki kalabalıkla ısrarla baskı yapıverdik, en sonunda bir başka görevli talimatlar üzerine gelip bariyeri kaldırdı, bizde araç karmaşası içindeki arkadaşın arabayla oraya gelmesini bekleyelim dedik. Beklerken de belki Aydın hocayı yada Nedim Karakaş'ı falan görüp bu haftaki şikayetlerimi anlatırım diye düşünüyordum, ama ikisine de rastlamadım.

Alanda iki otobüs ve birkaç minibüs duruyordu, birisi Fenerbahçe basket takımı otobüsüydü, diğeri barcelona otobüsü. İki takımdan bazı yabancı oyuncular falan birbirleriyle sohbet ederek otobüslerine gidiyorlardı. Bizim takımın bazı oyuncuları sivil kıyafetle ellerindeki bavulları çekerek,bekleyen arkadaş yada aileleri ile ayrılmaktaydı. Ortalıkta ilk rastladığım boş boş durup sürekli telefonunu kontrol eden eşofmanlı Emir Preldziç olunca bu haftanın ayaküstü sohbetini onunla yaptım.

Emir'le selamlaşıp nasılsın falan deyince
"maç biraz canımızı sıktı ama iyiyim" dedi
-Ne dersin grubu birinci bitirip avantajlı olma şansımız için,bugün maçın sonunda da sayı farkı için çok taktik döndü
"evet evet maç sonu koç onların taktiğine karşılık süreyi öldürmemizi istedi, sonuçta çok tehlikeli takım,ne olacağı belli olmazdı. Grubu lider bitirmek için Siena'yı yenmek gerekiyor, orası da zor bir maç olacak ama kazanmaya gideceğiz,başka yol yok"
-Emir geçen sene daha iyi performans sergiliyordun, bu sene belli bir istikrarlı grafik ritmine sokamadın sanki oyununu
"yaaya biliyorum biraz daha zamana ihtiyacım var ama söz daha iyi olacağım"
-Biraz koçun sisteminden dolayı mı,rotasyondaki rolün mü sıkıntı yaratıyor
"Yeni koç yeni sistem, uyum için zaman da gerekiyor,takım geçen seneye göre çok daha dengeli oynuyor,herkese bir rol düşüyor,ben de zamanla kendimi göstercem"
-Biz de zaten senin potansiyelini biliyoruz, sana güveniyoruz
"Teşekkürler,bunun için şanslıyım"

(Yanından uzaklaşmışken, bu arada diğer arkadaşlarda arabada beklemeyip oraya geliyorlar. Vidmar hayranı olan bayan arkadaşların merakını gidermek için biraz daha sohbete devam ediyoruz, bir arkadaş ne kadar ince uzun acaba boyu kaç deyince)

-Emir merak ediyoruz da ne kadar uzunsun?
"iki metre sıfır altı santim"
-hee Mirsad ile aynı boydasın yani
"evet ama o artık yaşlandı (kamburlaştığını gösterip) ben daha uzunum" diye şaka yapıyor
-Vidmar ne durumda, morali falan iyi mi,göremedik maça geldi mi
"İyi iyi,tedavisi iyi gidiyor,bugün salondaydı,görmediniz mi"
-hadi ya peki gitti mi,şimdi nerede, bu arkadaşlar onu görmek için kaç haftadır bekliyor
"Kaçırdınız,15 dakika falan önce gitti"
-peki nasıl destekle falan mı yürüyor
"(gülerek koltuk değneği işareti yapıyor) bazen omuz vermek gerekiyor"
-Siz ikiniz aynı evde mi oturuyorsunuz,ne tarafta evin
"Yok aynı evde değil,Kadıköy'de biryer. Ama neredeyse aynı ev gibi sayılır,birbirine bitişik komşuyuz, zamanı beraber geçiriyoruz"

(Bunu kızlara tercüme edince,adresini öğrenip baklava börek açıp moral ziyaretine gidelim diyorlar)

Bu arada Sloven Erazem Lorbek'te çıkıyor, Emir'le uzun bir sohbete koyuluyorlar. Arada bir fotoğraf çekimi ve forma imzalamak için kesen taraftarlar oluyor. Bu arada Lorbek'i tebrik edip, nasıl atmosferden keyif aldınız mı diyorum. "Çok etkileyiciydi, hele ağrılarımdan sonra çıkıp kenarda olduğumda ikinci devrede ki çılgınlıkta maç dönecek diye bayağı çekindim"

Bu arada çıkan oyunculardan Tarence Kinsey diğer taraftan giderken,Sean May yanımızdan geçiverdi ama Emir ile Lorbek arasına girenlerin resimlerini çekerken o tarafa bakamadım. Kötü formunu düzeltemeyen Darius Lavrinovic yanında eşiyle beraber ayrılıyordu. Eşofman kapşonunu başına geçirip giderken, yanında cüce gibi kalmıştık, iyi geceler dedik, o da bize çak yaparak gitti, eşi onun yanında çok kısa gözüküyordu ama bizden uzun, ilginçtiler.

Damir Mrsiç çıkmıştı,etrafını bir sürü kız sarıverdi, resimler imzalar falan derken orada uzun bir süre takılıverdi. Bizim arkadaşlarda hayranlıkla onu izliyordu, yanımızdan giderken selamlaştık.
Tarence Kinsey ile bu hafta sohbet edemedik, Greer çıkışta eşiyle buluştu. Lorbek otobüsüne gitmişti,Emir'de sonunda telefonla aradığı arkadaşının arabasını görünce bizimle vedalaşıp onun yanına gitti. Ndong karanlıkta yüzü zor seçiliyordu ama yürürkende faul atışı gibi sallanıyordu, keyifle otobüslerine biniyorlardı. Rubio'yu görsem biraz laf atacaktım,fırsat olmadı.

Tam Oğuz Savaş bizim tarafa doğru geliyorken bizim arabada geliverdi, bu hafta idari ekipten kimseyle konuşamamak kötü oldu. Aşağı yukarı yarım saat salon çıkışı trafiğinde kayıp, üstüne de gecenin o saati Mecidiyeköy'de tıkanan köprü trafiği bize bir saat kaybettirdi(meğersem biri köprünün Ortaköy üzerine karaya denk gelen kısımlarında biryerde intihar girişimi için korkuluklara çıkmış, bunu izleyen araçların yavaşlaması, ambulans polis araçlarının şerit tıkaması gibi sebeplerdenmiş)

Tabii bu yoldaki zaman kayıpları kaybedilen maçtan daha değerli olmuyor,ancak nasılsa önümüzde telafi fırsatı var ve Siena'ya averajla yenilmeye değil,kazanmak için oynamaya gideceğiz.

Not : Resim ve videolarını kullandığım kişilere teşekkürler.

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler