5 Ocak 2011 Çarşamba

Fenerbahçe Ülker - Efes Pilsen 81-72 (Salondan İzlenimler)












Aynı salonu paylaştığımız efes pilsen ile, yağmurlu bir İstanbul gününde, pazartesi sendromlu coşkudan uzak bir seyirci kitlesi önünde verdiğimiz mücadele, ikinci devrede takımın ortamı biraz ateşlendirmesi ile galibiyet yoluna giden bir maça dönüverdi, sonlardaki rehavet ile farkın erimesinden bizim takımın hala ders almayacağını anlamış olduk.

Bir arkadaşla beraber Karaköy'den yola düşüp, yağışlı havada yolda gecikince salona geç varmak zorunda kaldık. Biz içeri girdiğimizde durum 4-6 aleyhimizeydi. Şirinevler'den salona giden yolda yürümeye başladığımıza saat sekize on vardı, koştursak yetişirdik ama yağmurdan dolayı yürüme yolunda su birikintileri doluydu, hem de doğru düzgün aydınlatma da yoktu, koşsak üstümüz başımız çamur olacaktı, zaten gene paçalar çamur içinde varabildik, bizim gibi gecikenler hızla girişlere yöneliyordu.

Biletlerimiz de içerideki arkadaştaydı, onu arayıp kapıya kadar gelmesiyle biletleri alıp geçiş yaptık. Taraftar tribününe yakın olup yanda tezahürata da katılıyoruz niyetiyle bilet aldığımız kısıma giden girişi kapatmışlardı, zira anlam veremediğim şekilde efes taraftarına bizim sol tarafımızdaki yeri 20 liraya vermişler, bizim taraftarların alıştığı koltuksuz tribün ise bomboştu. Rakip taraftarı salonun en üst katında bir yerlere neden koymadılar bilmiyorum, eğer bu maçın rövanşında efes bize 20 liradan fazla bir fiyat yapar ve farklı bir tribün verirse o zaman nasıl bir niyetleri olduğunu daha iyi görürüz.

Bizim koltuklara geçmek için maraton tribünü içinden oturanların arasından geçmek gerekiyordu, arkadaşlarla selamlaşıp yerimize yerleşirken bir üçlük daha yedik 4-9 oldu. Bizim taraftarların karşı pota arkası ortalarında toplandığını gördüm, fazla kalabalık değillerdi, alt katlarda boşluklar vardı ama maraton tribün üstü bayağı dolu gözüküyordu.

Ben etrafa bakarken İbrahim Kutluay'ın da sol taraftaki basın tribününe çıktığını gördüm, bizim kadrodışındaki bütün oyuncular Greer,Sean May,Vidmar,Engin orada önde oturuyordu, İbo sırayla hepsinin elini sıkıp selamlaşarak önlerinden geçti, hatta oradaki medya mensuplarıyla da teker teker tokalaştı. Vidmar hayranı bayan arkadaş arkamda oturuyordu, seninki gelmiş orada deyince, evet hem de koltuk değneği kullanmadan yürüyor artık dedi. Diğer takımın kadroya giremeyenleri ise bizimkilere daha uzakta sol taraflarda bir yerde oturuyorlardı.

Arkadaşa Saras nerede diye sorunca aşağıda benchin kenarında dedi, baktım eşofmanlarıyla oturuyor, demek lisansı yetiştirdiler diye şaşırdım, Saras kenardayken belini komple saran bir ısıtıcı kuşak takıyordu, ne zaman oyuna girecekse çıkartıyorlardı, anlaşılan belinde bir sıkıntısı var.

Hem maça geç gelip hem de çok kötü defans yaptığımız için oyundan keyif almak ve ortama adapte olmak zaman aldı. Taraftar tribününden yapılan tezahüratlar uzak kalıyor, kimse eşlik etmiyordu, özellikle üst katların hali felaketti, oralardan ilk devre boyunca hiç bir kıpırdanma göremedim.

Böylesine kritik bir maç, en büyük rekabette olduğumuz bize karşı her türlü çirkefliği yapan rakibe karşı bir mücadele veriliyor, ama nedense salondakiler maça hiç bir hava katmaya niyetli gözükmüyorlardı. Daha geçen hafta içi Abdi İpekçi'deki derbi ortamındaki baskıya kıyasla bu düzeyde bir maç için çok yavan geçiyordu. Salonda böyle bir profil olunca daha sakin,küfürsüz,temiz bir ortam oluverdi. Zaten küfür kıyamet olsun demiyorum ama insan rakip ve hakeme itirazlarda biraz daha agresif tepki veren,sahaya yakın olanların sürekli baskı ile takımı ittiği, takım gerideyken de sessizce hücumları izleyip sayı bekleyen değil tezahüratla ateşleyen bir kitle olsun diye arzulardım. Ne yazıkki gün geçtikçe bu ortamlar kalmıyor, sadece bir avuç kitle tezahürat ediyor, anca öne geçilince falan mola zamanı bütün salon genelinde herkes bir coşkuya kapılıp ayaklanıp tezahürat ediyor.

Solumuzdaki efes tribününde dağınık halde oturan yaklaşık yüz kişi vardı, astıkları bayrak arkasında bir arada oturan onbeş-yirmi tane basketbol formalı kişi haricinde gerisi sivil kıyafetliydi. Onların içinden bizim taraftarlara futbol formaları giyip maça geliyor diye her ortamda laf sokmayı marifet sayan dallamalar bu maçta da etrafı izleyip yeni futbol formalarımızı da gözlerine sokmuşlardır umarım. (Eğer burayı okuyan herhangi bir efesli olursa; bizim basketlerden sonra sağ taraflarındaki tribünden onlara kol sokma işareti yapanlardan yeşil polarlının ben olduğumu söyleyeyim. Dünyanın modern medeni memleketlerinin de her tribününde yaşanan bu tip el kol aktivitesinde bulunmaktan çok keyif aldım, üstüne yazayım ki basketbol-voleybol maçlarına gitmeyi futbol maçlarından daha çok severim, koca bir spor kulübü olarak her branş için ayrı forma, yüzme için mayo, boks için eldiven falan mı alsak ne yapsak bilemiyorum. Aman boks eldiveniyle onların tribününe dalacak, çocuklarına saldıracak değiliz, tırsmasınlar o kadar sayın efesliler, ülkenin tek elit medeni basketbolsever topluluğu!...)

Maça dönersek pota altında çok yumuşak bir savunma yapıyorduk, Lavrinoviç arkasına kaçan adamlara herhangi bir hamle yapmayarak büyük boşluğa yol açtı. Uzun oyuncuları sık sık değiştirerek birşeyler oturtmaya çalışan koç, Oğuz'un bir hücumda ikisi bir arada faul yapıp üçlemesiyle sıkıntıya girdi. Oğuz'da hakemlere isyan ederek kenara geldi, sinirle söylenip duruyordu, kendisine el uzatan arkadaşlarına dert yanarak önlerinden geçti ama o kadar sinirliydi ki oturacağı yeri de gözü görmüyordu. Oyun durduğu sırada önünde ki hakeme doğru uzanıp gene yanlış karar verdiklerini anlatıyordu, kendisine yapılan faulleri vermiyorlar diye dertliydi, bu agresif haliyle üç faulüne rağmen oyuna tekrar döndüğünde gerçekten faydalı işler yaptı.

Farkı açmaya uğraşan efesli oyunculara biraz defansla sürede sıkıştırırken son anlarda gelen zorlama şutlarla bir süre daha direnebildiler. Devre sonuna doğru Emir'in oyuna girip üstüste iki başarısız üçlük denemesi üstüne Ukiç'te bir boş üçlük kaçırınca, dönen toplarla hızlı hücumdan sayı buldular. Ne yapıyoruz yahu böyle hücum niye deniyoruz ki diye şaşkınlığımız dile getirdik. Avrupa'nın efsane guardlarından Sarunas Jasikevicius sonunda bizim formamızla sahaya adım atacaktı, koçun onu çağırdığını görenler alkışlamaya başlamıştı bile, sahaya adım atarken ise herkes ayaklanıverdi. Sonrasında Saras'ın herkesin ağzını açık bırakan üç saniye koridorunda daracık alanda bir no look pası oluverdi, çok güzel bir hücumu Oğuz tamamlayamadı. Saras maçı sayısız tamamlasa da pota altını çok iyi besleyeceğine dair işaretler verdi, ancak koç onu Darius ile aynı anlarda sahaya sürmedi.

Takımın geride olduğu anlarda taraftar tribününden yükselen bizim için saldır Kanarya seslerine katılım göstermeyen seyirciler, efeslilerin salondaki sessiz anlardan fırsatlarla iyi zamanlamalarla girdiği kısa süren efes şakşakşak efes seslerine ıslıklarla karşılık veriyorlardı. Islıklayacağınıza sizde bağırsanıza o zaman Fener diye kızıyorduk, tam biz hücum ederken salondan onlara cevaben ıslıklar geldiği anlar oldu. Rakip faul atarken anonscunun pota arkası haydi eller havaya duyuruları ile orada oturanlar biraz hareketleniveriyordu. Biz faul atarken de efeslilerin ıslıkları duyuluyordu, giren faullerle onlara kol geçirmek ayrı bir tat verdi, deplasman taraftarlı maçların bu güzelliklerinden mahrum kalmak acı oluyor.

Yahu bu salonun hali ne böyle, Mirsad girse de bir ateşlese yada onların ortamı geren bir davranışı olsa da bir kıvılcımla ortalık uyansa yoksa böyle sessiz sakin gitmez bu iş diye dertleniyorduk. Biraz kıpırdanan takımla beraber savunma için çığırtkanlığımız artış gösterdi ama devreyi geride kapatan biz olduk.

Bizim oyuncuların çıkış koridoruna doğru alkışlarla ayaklanıp haydi beyler bravo ikinci devre yeneriz onları diye seslenerek uğurladık. Eski hatta sanırım ilk bbg evi yarışmacılarından zenci ali'nin anonsculuğunu yaptığı bir takım devre arası animasyonları yapılacakken, yanımdaki arkadaşla koridora çıkarak biraz muhabbet edelim dedik, hem de lavaboya gidip çamurlanmış pantalonumu temizleyeyim dedim. Hemen arkamızdaki kapıyı efes tarafı ile kesişmesin diye kapattıklarından, uzun bir yol katederek milletin ayağına basmamak için cambazlık yaparak git gel yaptık.

İkinci devre için takımlar yerleşmişti, hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada... cılız sesleri arasında maç başladı. Maraton tribünü ortasında oturan tanıdıklardan biri daha oradan ayrılıp yanımıza gelmişti, orada da hiç tezahürat falan eden yok diye canı sıkılmıştı. Maraton tribünü alt kısım gerçekten de tezahürat katılımı açısından pasif bir günündeydi ama ilerleyen süreçte hakemlere ve özellikle rakip koça yerinde tepkiler verdikleri sağlam momentumlar yaşandı.

Taraftar tribününde amigo Yücel'in olduğunu gördüm, bir ara oyun devam ediyorken sessizlik oldu, oradaki gençlere uzun bir nutuk çektiğini gördüm, sonra hepsinin ellerini havaya kaldırtıp tezahürat giriverdiler. Bir defa o pota altında alt tarafı ayaklandırıp karşılıklı yaptılar, bir defa da yan taraf diyerek maraton tarafına yönelerek tezahürat yapıldı, vip ve üst tarafı ise pek katılımcı olmadı. Bitmez tükenmez aşkımız fazla ses getirmemişti, bir başka seferde maratonla karşılıklı Sarı-Lacivert yapmaya çabaladılar ama üst kattaki kalabalığa rağmen hiçte coşkulu bir ses duyulmuyordu.

İkinci devrenin başlamasıyla iyice sertleşen oyunda, iki pota altında da mücadele yoğunlaştı, bizim savunmamızdan rahatsız olup tıkanan efeslilere karşı Marko'nun topla hızlı şekilde içeriyi delici oyunu yanısıra eli ısındıkça dışarıdan da şutları değerlendirmesiyle öne fırlayıverdik. Rakibin aldığı mola anında bütün salon ayaklanmıştı, Mirsad tribünlere dönerek alkış tutuyordu.

İyi savunma yapmaya devam ediyorduk, oyuncuların isabetli şutları sonrası, bizim takım savunmadayken salon genelinden ıslık ve uğultu gittikçe şiddetlenerek artıyordu. İtirazlarıyla gerilen ortamda kısa süreliğine haydi Allah aşkına efes pilsen .içleri dönsün şaşkına sesi yükseldi. Hakem noluyor .ötün başın oynuyor, hakem şaşırma sabrımızı taşırma gibi sesler de duyuluyordu ama bunlar kısa bir anlık parlamalardı.

Ömer Onan rakoçeviç'e top aldırmamak için büyük gayret sarfediyordu, bir pozisyonda öyle bir hal aldı ki üstüste düştüler, bir başka sefer de bu baskıdan bunalan rako topu almak için uğraştan vazgeçip, koyarım böyle oyuna ben çıkıyorum der gibi bir tavırla peşinden gelen Ömer'in baskısından yılıp üçlük çizgisi dışına kaçıverdi, o topu bir türlü rako'ye teslim edememeleri üzerine 24 saniye süresi de bitiverdi, bu şekilde sıkıştıkları birkaç hücum daha oldu ve fark lehimize açılmaya başladı. Kaya eski takımına karşı oynarken biraz daha taraftara kendini kabul ettirme maksadıyla hırslı bir oyun sergiliyordu, topa atlayıp reklam panosu arkasına düştüğü vakit bütün herkes ayaklanıp alkışlayıverdi.

Bir ara yedi sayı geride olduğumuzu konuşuyorduk, biraz sonra molada yedi sayı öndeydik ve salondakiler ayaklanmış coşkuyla tezahürat ediyordu, benche gelen takımı o taraftaki herkes ayaklanarak alkışlıyorduk. Bu en gaz anında vaziyet nasıl diye maraton üst kata bir göz atayım dedim, farklı farklı yerlerden ayaklanmış hoplayan zıplayan kitleler olduğu kadar üst katın yarısı da oturuyordu, neden böyleler anlam veremiyorum. Bu kat kat yükselen stad ve salonları bir türlü sevemedim, zira bu salonda da üst kattan oturulan yerden alt tribün hiç görülmüyor, alttakiler coşup ayaklansalar da üsttekilerin haberi olmaz, bu da biraz kopukluğa yol açıyor.

Zaman zaman faullere itirazlarla salondan tepkiler hakemlere yöneliyordu, ele müdahaleyi nasıl görmezsin diye sinirle onlara kızarken, perasoviç'in de benzer tepkiler vermesi bizi daha da sinirlendiriyordu, maç boyu defalarca çizgiyi aşıp hakemlere itirazlarda bulunduğu halde teknik faul almadı. Salondakilerin bilinçli bir şekilde sportmenlik dışı faul tepkisi vardı ki hakem de zaten çaldı, bir de dudley içeride Oğuz'u kolundan belinden çekerken hakemler görmemişti, hareketli perdelemelerle diz koyarak yol açmalarını da gözardı etmeleri üzerine bir anda ayaklanıp tepki verenler oldu.

İşte böyle ani tepki reaksiyon anlarında bu salonun düzeninin Abdi İpekçi'den daha kötü olduğunu düşündüm. Zira böyle bilinçli ve agresif bir kitle Abdi İpekçi'deki o bench karşısındaki saha içi koltuklarda yerleşmiş olsa ne kadar faydalı olurlardı. Bu salonda ise sahaya mesafeli ve farklı yerlere dağılmış oluyoruz, vip tarafının çokta uğraşmadığını da gözönüne alırsak vaziyet böyle dalgalanıyor. İçerde Siena'yı yendiğimiz maçtaki kalabalık ve baskılı-coşkulu atmosferi bir daha tam yakalayamadık, top16 ve derbi maçın rövanşı nasıl olacak merakla bekliyorum.

Farklı farklı oyuncuların rol alıp farkın açılmasına olan katkılarıyla 17 sayı farkı gördük, kasap havasıyla eğlenen salondakilere yönelen oyuncular da yumruklarıyla gaz veriyordu. Dördüncü periyot başlarken herkes ayağa davet edildi, milyonlarca yapıldı. Sonra gereksiz bir pınarbaşı atraksiyonu da oldu, çünkü ayağa kalkıpta katılacak yapıda bir kitle yoktu. Rakip tribünden farkın açılmasıyla çözülmeler başladı, montunu giyip erkenden çıkanlar vardı, maç sonuna doğru yarısının yarısı kalmıştı, onlarda herhalde evi salona çok yakın olanlardı.

Maçı kırdık kopardık zannıyla rehavete düşerek kaçıncı defa bir efes maçında aynı sahneleri izlemeye başladık. Hem salondakilerin defansif çığırtkanlığı zayıflamıştı, taraftar tribünündekilerde samanyolu falan gibi şeylerle ezberden gidiyordu, hem oyuncular basit oyunu zorlaştırmaya başlamıştı. Faul atışları kullanırken sessizlikten istifade dopingçi kerem diye bağırma fırsatı buluyordum.

Tam saha baskı kurmaları ardından yapılan faulleri değerlendiremediğimizin üstüne gelen sayıları, bir pozisyonda ayakla kesilen topu hakemlerin es geçmesiyle Saras'ın ve tribünlerin tepkisi falan derken, bu toplar birer birer bizim potayla buluşmaya başladı. Ne oluyoruz, biraz daha sakin oynayın desturu çekerken fark beşe falan inmişti, neyse ki tekrar toparlanıverdik ama işin keyfi kaçmıştı, gazlamışken daha sert darbelerle rakibini dağıtmak varken frene basmıştık. Maçın son dakikalarına doğru İbo yerinden ayrılıp gene sıradan herkesle vedalaşarak geçti, herhalde yayın için gidiyordu.

Son anlarda taktik fauller vs. derken maçı elimize alınca, taraftar tribününden koyduk mu melodisi yükseliyordu, herkes ayaklanıverdi ancak ona da doğru düzgün bir katılım olmadı, maç sonu makarasını da iyi yapamadık. Son saniyede gelen Ömer'in üçlüğüyle neyseki ağzımıza biraz tat koyabildik, oyuncular alkışlanıyordu, rakip koç ise hala birşeylerin itirazını yapıp tepki çekiyordu. İki takım oyuncuları da ortada birbirlerine yakın bir şekilde toplanmışlardı, bizimkiler Fener çekerek salondakileri alkışlarken onlar da kısa bir alkış tuttular ve soyunma odasına yöneldiler. Kalan az sayıda efesliye alkış tutarak içeri gittiler, bizde bizim oyunculara bravo çekerek alkışlarla uğurlayıverdik.

Montları giyinip çıkışa doğru giderken, Ömer Onan'ın sahada kaldığını görünce Ömer Onan oley diye seslenmeler oldu ama masaya doğru Nedim Karakaş'la birlikte ne için gitti ki diye bakıyorduk. İmza atacak galiba deyince yahu voleybolda oluyor öyle da burada da mı vardı dedim, Ömer ve idareciler masadakilerle ve efes menajerleriyle birşeyler tartışıyorlardı, Ömer masaya oturmuştu, canını sıkan birşey olduğu belli oluyordu, o imzayı atıp soyunma odasına yönelirken biz de alkış tutuverdik, etrafındakilere el sallayarak gidiyordu da surat ifadesi ekşimişti, bir gariplik olsa gerekti, meseleyi eve vardığımızda öğrenebildim, Sarunas Jasikevicius'un lisansı pazartesi çıkartıldığından ve bu maçın aslında önceki gün oynanması gerektiğinden bahanelerle mevzuatta erteleme maçı statüsüne dahil olduğunu iddia eden efes tarafı kapalı zarf dilekçe ile itirazlarını iletmişler. Onlara iadeli taahhütlü zarf içinde cathine yollar tekrar oynar tekrar yeneriz...

Bu salona ilk defa yağışlı bir havada gelmiştim, salondan maraton tarafı çıkışı tek bir kapıya vermişlerdi, sanki Abdi İpekçi'den çıkıyormuşuz gibi sıkışıklık olmuştu, onlarca kapı olduğu halde açmıyorlardı, herhalde içeriye çok rüzgar giriyorda üşüyorlardır diye görevliler açmak istememiştir dedim. Dalgasına böyle söylüyorduk ama gerçekten de kapıdan kafayı çıkarır çıkarmaz felaket bir havayla karşılaştık, sağanak yağmur ve sert rüzgar bizi içeri itiyordu, dışarda millet yağmurdan önünü zor görüyordu, koşa koşa herkes otoparktaki arabasına gidiyordu, arkadaş arabayla sizi bırakayım diye yardımcı olmasa ben de eve dönüşte daha fazla sıkıntı çekerdim. Buna rağmen otoparktaki arabaya varana kadar sırılsıklam olmuştuk, diğer gelecek olanları da bulup otoparktan çıkış trafiğini atlatmak yarım saate yakın zamana mal oldu. Bu defa oyuncuların çıkış yaptığı tarafa gidip onlarla sohbet edelim falan diye düşünmek bir yana, arabadan kafayı dışarı çıkarmak bile istemedik.

Hep birlikte hep birlikte efese de koyalım... yeni yılla birlikte efese de koyalım... jingle müziğiyle erkek basket takımı 2011 girişini yaptı.

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler