yeni nesil Fenerbahçe taraftarının tanımasını istedim.
Şimdiki nesil kimin kim olduğunu tanımadan,etmeden haddini bilmeden sağda solda
sallıyor.Mesela Son Efsane Rıdvan Dilmen'e.
Anlaşılan arada sırada efsanelerimizi tanıtmak lazım gençlere.
Buradan zaman zaman yapmaya çalışacağım bunu.
Kişisel Bilgiler | ||
---|---|---|
Tam adı: | Cemil Turan | |
Doğum tarihi: | 1947 | |
Doğum yeri: | İstanbul Türkiye | |
Ölüm tarihi: | ----- | |
Ölüm yeri: | ----- | |
Kulüp Bilgileri | ||
Bulunduğu kulüp: | ------ | |
Profesyonel Kariyeri | ||
Yıl | Kulüp | Maç (gol) |
1962-1968 1968-1972 1972-1980 | Sarıyer İstanbulspor Fenerbahçe | |
Milli Takım Kariyeri | ||
1970-1979 | A Milli | 44 (20) |
Sportif durumu | ||
---|---|---|
Önce gelen Osman Arpacıoğlu Ömer Kaner Necmi Perekli | Türkiye Süper Ligi Gol Kralı 1973-1974 1975-1976 1977-1978 | Sonra gelen Ömer Kaner Necmi Perekli Özer Umdu |
Önce gelen Ziya Şengül | Fenerbahçe Kaptanı 1975-1980 | Sonra gelen Alpaslan Eratlı |
Cemil Turan, (d. 1947 - İstanbul) Türk futbolunun önemli oyuncularından biridir.
Sarıyer Kulübü'nde parladı. İstanbulspor'a geçti (1968). Fenerbahçe'ye transfer oldu (1972) ve futbolu bu kulüpte bıraktı (1980). Üç defa gol kralı oldu: (1974-75,14 gol), (1975-76, 17 gol), (1977-78, 17 gol). Fenerbahçe formasıyla 194 gol attı. Yılın sporcusu seçildi(1977). 44'ü A takımda olmak üzere 52 maçta milli formayı giydi, altın şeref madalyasını kazandı. Milli Takım'da iken 20 gol attı ve 13 kez kaptanlık yaptı. 1999-2000 sezonunda Fenerbahçe'de menajerlikte yaptı.
Hayatım Futbol Dergisinde kendisi ile yapılmış bir röportajı sunuyorum ;
http://www.hayatimfutbol.com/Haziran2007/002.html
Spor yazarlarının üstadı İslam Çupi, 2001'de aramızdan ayrılana dek, edebiyatın tüm zenginliğiyle anlattı bize eskiyle yeni arasındaki farkı. Entelektüel enginliği de kalemine hep yeni boyutlar kazandırdı, okuyana da yepyeni ufuklar açtı, farklı bakış açıları kazandırdı. Büyük ustanın anlattığı günlerden bir kesit dinleyebilmek için Cemil Turan'ı ziyaret ettik ve kendisinden eski günleri dinledik. O da İslam Çupi'nin şimdiye dair tüm karamsarlığını haklı çıkardı ve eski futbolcunun sağlamlığını, takım aşkını, biraz da nasıl yönetimlerin esiri olduğunu anlattı. Anlattıklarının arasında kulağımızı en çok yanaştırdığımız hadise, Fenerbahçe'ye transferi sırasında yaşanan, içinde polisin de, askerin de kabadayının da olduğu mahkemelik macerasıydı. İslam Çupi'yi saygıyla anıyor, 70'lerin efsanesi Cemil Turan'a dikkat kesiliyoruz...
İstanbul'un sokak aralarında futbol oynanabildiği yıllarda başladı futbol hayatınız. Sokaktan lisanslı futbolculuğa atılan adımın öyküsünü anlatabilir misiniz?
Ortaokul üçüncü sınıfta okurken, bir gün tarih dersinden imtihanımız vardı. Aynı saatte de Sarıyer genç takımının oyuncu seçmeleri vardı. İmtihana girdim, önümdeki kağıdı cevap vermeden aynen iade ettim ve seçmelere katıldım. Seçmelerde beğenildim. 1963-1964 sezonunda Sarıyer genç takımında başladı kariyerim. Bir sene içinde A takıma seçildim. O zaman Sarıyer İkinci Lig'de mücadele ediyordu. Daha sonra oynadığım iki sezon benim açımdan iyi geçti ve üç büyük takımdan teklifler gelmeye başladı. 1967-68 sezonunun sonunda rahmetli Metin Oktay Kilyos'ta tatil yaparken geldi beni buldu. Ve Mecidiyeköy'deki evine götürdü. Oradan eşinin Çeşme'deki yazılığına gittik birlikte. 10-15 gün de orada kaldık. Bir gün Turgay Ece gelecekti Metin Oktay'ın yanına. Metin Oktay da onu karşılamaya gitmişti. Bu arada ben, bir yolunu bulup kaçtım oradan. Eğer kaçmamış olsaydım Metin Oktay'a olan büyük sevgim ve saygımdan dolayı Galatasaray ile sözleşme imzalayacaktım.
Daha önceden tanıyor muydunuz Metin Oktay'ı?
Tanımıyordum, ama hayranıydım tabii... Metin Oktay a hayranlık büyüktü. Ancak Galatasaray'ı seçmemem için de geçerli nedenler vardı. Birincisi babam gibi sevdiğim Sarıyer'in başkanı Selahattin Yarar'ın olan bitenden haberi olması gerekiyordu. Selahattin ağabeye olanlardan çok üzgün olduğumu söyledim. Buluşmamızın hemen ardından İstanbulspor'u aradı. Ve yarım saat içinde beni İstanbulspor'a verdi. O dönem Galatasaray'ın yanı sıra Fenerbahçe ve başka kulüpler de beni istiyordu.
Hiç düşünmediniz mi Galatasaray'a transfer olmayı?
Düşünmek değil de, Metin Oktay gibi Türkiye'nin en iyi futbolcusu ayağınıza kadar geliyor, dünyalar sizin oluyor doğal olarak.
İstanbulspor'a transfer olduktan sonra üç büyükler yine peşinizi bırakmadı. Neler yaşandı bu süreçte?
İstanbulspor, o dönem kapasitesi yüksek, iyi bir takıma sahipti. Beni vermek istemediler. Diğer yandan Fenerbahçe ve Galatasaray, sürekli olarak İstanbulspor başkanını sıkıştırıyorlardı. O noktada Kasımpaşa'nın ünlü kabadayılarından rahmetli Sultan Demircan devreye girdi. İstanbulspor başkanını tehdit ediyordu. Fenerbahçe ile her konuda anlaşmıştık, ancak İstanbulspor bir türlü beni bırakmıyordu. Sonunda İstanbulspor başkanı kaçırıldı. O dönem ne İstanbulspor'da oynayabiliyor, ne de Fenerbahçe'ye gidebiliyordum. Silahlar konuşuyordu sadece. Ben o silahların arasında kalan biri olarak futbolu bırakma noktasına geldim. Ama neticede Fenerbahçe'de kiralık olarak oynamaya başladım.
Bu transferde başta Sultan Demircan olmak üzere birçok ismin önemli payları oldu. İkinci başkan Emin Cankurtaran, Reşat baba da bu isimlerin arasındaydı. Bir de tabii Hava Kuvvetleri Komutanı rahmetli Muhsin Batur, Galip Albay ve İbrahim Yarbay da iyi birer Fenerbahçeli'ydiler. Onlar da İstanbulspor'a bir takım telkinlerde bulundular. Daha sonra kiralık oynadığım dönemde de sivil polis ve askerler tarafından diğer kulüpler tarafından sürekli gözetim altında tutuldum.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de çok seviliyordu Didi. Gerçekten de çok iyi bir insandı. O kadar çok sevilirdi ki, belki de Türkiye'de boğaz köprüsünden para vermeden geçen tek insandır. Orada çalışan görevli memurlar köprü ücretlerini ceplerinden öderler, ama Didi'ye ödetmezlerdi.
Fenerbahçe ile her konuda anlaşmıştık, ancak İstanbulspor bir türlü beni bırakmıyordu. Sonunda İstanbulspor başkanı kaçırıldı. O dönem ne İstanbulspor'da oynayabiliyor, ne de Fenerbahçe'ye gidebiliyordum. Silahlar konuşuyordu sadece. Ben o silahların arasında kalan biri olarak futbolu bırakma noktasına geldim.
Ama ayrılışı epey olaylı olmuştu. Medyada futbolcularla arasında sorun olduğu yazıldı...
Bizimle arasında hiçbir sorun yoktu. Bu haberler tamamen uydurmaydı. Sanıyorum ismi herkesin üzerinde, herkesten üstün olduğu için bazı insanlar bunu kabullenmediler ve kuyusunu kazdılar.
Yine sizin döneminizde profesyonellik kavramı henüz yoktu ağızlarda. Peki amatör olan neydi o zaman?
Bu konuya bir örnekle açıklık getireyim. 1974 yılında Alpaslan'ın ve benim mukavelelerimiz bitmişti. Transfer görüşmeleri için komiteye gittik. Emin Cankurtaran transfer komitesinin başkanıydı. Önce ben girdim odaya... Bana ne istediğimi sordu, 'Ben seninle ne konuşayım ki!' şeklinde bir çıkış yaptı ve 50,000 lira alıp boş mukaveleye imza atmamı, sonra tatile gitmemi ve dönüşte konuşacağımızı söyledi. Ben böyle bir tutum karşısında şaşırdım tabii. Sonra çıkışta Alpaslan ne olduğunu sordu. Olayı anlattım, istersen girme dedim. Alpaslan girdi ve ona da aynı şeyler söylenmiş. O da bozuk çıktı görüşmeden. Ama mukaveleyi imzaladık elbette itirazsız.
Tatilden döndüm, düşündüğüm tutardan daha fazlasını verdiklerini gördüm. Ancak transfer görüşmelerinde tüm oyuncular için bu durum söz konusuydu. Ağzını açma şansın yoktu. Zaten futbolcular transfer olmayı düşünmüyorlardı. Hele popüler oyuncuların kulüp değiştirmeleri ender görülen olaylardı. O kulübün malı gibi olurlardı adeta.
Bu durumun bir avantajı olarak futbolcunun para düşüncesinden uzak bir futbol hayatı sürdüğünü söyleybilir miyiz?
Elbette... Futbolcunun zihninde sadece futbol ve takım aşkı vardı. Bu renklere olan aşk önde geliyordu. Benim futbol oynadığım yıllarda kadroda pek çok takım aşığı vardı. Osman Arpacıoğlu, Ziya Şengül, Fuat abi, Ercan abi, Yılmaz abi, Alpaslan; bu futbolcuların hepsi birer renk tutkunuydu. Bu isimlerin dilinde ve kafasında asla başka bir takımın ismi olmazdı. Şimdi Türkiye'de profesyonellik şarkıları okunuyor. Haklı olabilirler. Çünkü ortada büyük paralar var ve bunun hakkını vermek durumundasın. O yüzden profesyonelce davranmak durumundasın. Ama ben hâlâ Türkiye'de tam anlamıyla bir profesyonellik düşünemem. Mesela bir Tuncay Şanlı'nın Galatasaray'a veya Beşiktaş'a transfer olmasına gönlüm el vermez.
Spor yazarlığının duayenlerinden İslam Çupi, eski zamanlarla şimdi arasında o kendine has üslubuyla karşılaştırmalar yapar, genellikle şimdiden ve Türk futbolundan yakınırdı. Profesyonellikle birilikte futbolla futbolcu arasındaki bağın eridiğini savunurdu kimi zaman...
Maalesef o bağın enkazı hâlâ üzerimizde. Bugün çok acı bir durum vardır; Türkiye'de jübile yapacak oyuncu kalmadı. Takımların kendine göre bir takım yazılı olmaya kuralları vardı. İşte şu kadar yıl bizde mücadele etmiş, şu kadar maç oynamış futbolculara jübile yapalım gibi... Ama şimdi bakıyorsun, Türkiye'de uzun süredir jübile yapılmıyor.
Burada yönetimlerin de bir vefasızlığı yok mu? Mesela Oğuz'a Aykut'a, en son Bülent Korkmaz'a jübile yapılması gerekmez miydi?
Evet bunlar da çok acı gerçekten. Bu futbolcular, takımlarına tutkuyla, aşkla hizmet etmiş futbolcular. Takımlarını bu kadar yıl hizmet eden futbolcular, kariyerlerinin sonlarında böylesine terk edilmemeli.
Buradan sizin kariyerinize dönersek, neden 33 yaşında futbolu bıraktınız?
Ben aslında iki sene daha oynayacak fiziksel yeterliliğe sahiptim. En son bir sakatlık geçirmiştim. O sakatlık süresinde camiadan bir-iki kişiye kızdım ve bırakma kararı aldım. Tam o sıralarda Fenerbahçe teknik direktörlüğüne Friedel Rausch getiriliyordu. Rauch, yönetime beni kadroda görmek istediğine dair rapor vermiş. Ama ben bu talebe rağmen futbol kariyerimi noktalamakta kararlıydım.
Kariyeriniz boyunca kaç kez sakatlandınız?
Ben bir kere sakatlandım kariyerim boyunca.Ankara'da Rusya'ya karşı yağmurlu günde bir maça çıkmıştık. Sahada su birikmemesi için sahanın kenarlarına delikler açmışlar. Koşarken ayağım bu deliklerden birine girdi. Dizim döndü. Daha sonra hem iç hem dış menüsküsten ameliyat oldum.
O zamanlar idmanlar ve maçlar toprak sahada, hatta çamur sahada yapılıyordu. Bu kadar ağır koşullarda şimdiyle kıyaslandığında daha az futbolcunun sakatlandığı söylenir. Neydi bunun sebebi?
Benim sakatlığım görünmez bir kazaydı. Bu sakatlığın dışında ufak tefek sakatlıklarım da oldu tabii ama bu sakatlıkları bahane ederek hiçbir zaman oynamamazlık yapmadım. 1993 yılında Rıdvanlı, Aykutlu Fenerbahçe kadrosunda futbol sorumlusu olarak görev aldım. Bu yıllarda 'bağ'lardan bahsedilmeye başladı. Sürekli bir yerlerde birilerinin bağları kopuyor, maçlara çıkamıyorlardı. Peki bizim zamanımızda futbolcuların bacağında bağ yok muydu? Ben, futbol hayatım boyunca birilikte oynadığım futbolcu arkadaşlarım da dahil olmak üzere bağ sorununa rastlamadım. Şimdiki teknik direktörlere, futbolculara, doktorlara soruyoru, yanıtını alamıyorum...
Bir takım ağrılarınız oluyordu mutlaka, belki de bunları önemsemeden maça çıkabiliyordunuz...
Parmağım kırılmış mesela, kırılsın, ne var bunda? Ufak tefek şeyler bunlar... Bizler, futbol oynamak için can atardık. Bazen adale çekmesi olurdu, bir hafta oynamazdık, sonraki hafta bomba gibi olurduk. Ayağı çeken, iki-üç hafta oynamıyor şimdi. O çamurlu sahalarda,büyük sakatlık hemen hiç yaşanmazdı. Hatta bazen kendi kendime soruyorum... Acaba o çamur muydu bizi güçlü kuvvetli yapan diye... Ya da çim sahalar, bağlar için zararlı, futbolcuların ayağı kayıyor ve bağları kopuyor... Aklıma gelen nedenlerden biri de beslenmeyle ilgili. 70'li yıllardan geriye gittiğimizde hep tabii besinler vardı. Şimdi yediklerimizde katkı maddesi içermeyen besin yok. Bir domatesi 12 ay yiyorsunuz...
70'li yıllarda Türkiye'de maçlar genelde 0-0 ya da 1-0'lık skorlarla bitiyordu. Çok az gol oluyordu. Hatta Fenerbahçe tarihinin en çok gol atan futbolcularından biri olmanıza rağmen ligde ortalama 15 gol civarında atardınız. Türkiye'deki bu tablonun nedeni neydi?
O dönemde Anadolu takımları bizi yenmeleri ya da berabere kalmaları, onların bayramıydı. Hatta mağlup olsalar da bile fark yiyerek rezil olmak istemiyorlardı. Ama bugün durum çok farklı... Kaliteli yabancı transferi yapabilen takımlar çıtayı yükseltiyorlar ve üç büyüklere karşı cesurca futbol oynayabiliyorlar.
Sizi 70'li yıllarda izleyenler, bugünkü koşullarda çok daha fazla gol atar diyorlar...
Tabii ben Alex gibi, Oğuz gibi bir futbolcuyla oynamak isterdim. Çünkü deparı iyi olan, sezgileri güçlü bir futbolcuydum. Diğer yandan ben oynadığım dönemde golcü olarak öne çıkmazdım. Daha çok gol attırmayı severdim. Yapım da buna müsaitti. Forvet arkasında ve sol kanatta gol sahası yaratan bir futbolcuydum.
*************************
Cemil Turan; Trabzonlu bir ailenin çocuğu olarak 1947’de İstanbul’da doğdu. Futbola Rumeli Kavağı’nda başladı. Sarıyer’in futbolcu seçmelerine katılarak bu takıma geçti. Kendi ifadesiyle süratli, çabuk oynamayı seven, kaleyi düşünen, hava toplarını sevmeyen bir futbolcu olan Cemil Turan daha sonra İstanbulspor’da ve ardından F.Bahçe’de futbol oynadı. F.Bahçe’de 3 şampiyonluk yaşadı. Milli Takımda 44 maçta 19 gol kaydetti. Sarı-Lacivertli forma altında ise toplam 194 gole imza attı. Futbolu bıraktıktan sonra 1980-1981 sezonunda İstanbulspor’da yöneticilik yaptı. 93-94 ve 94-95 yıllarında F.Bahçe’de Futbol Şube Sorumluluğu ve İdari Menajerlik, yine 99-2000 yılında aynı takımda İdari Menajerlik görevlerinde bulundu. F.Bahçe Altyapı Koordinatörlüğü yaptı.
METİN OKTAY’IN EVİNDEN KAÇARAK İSTANBULSPOR’A İMZA ATTI
Sarıyer’den İstanbulspor’a gidişinin öyküsü: “Futbola 14 yaşında lisanslı olarak Sarıyer’de başladım. Çok kısa zamanda A takıma yükseldim. Sonra İstanbulspor’la birlikte G.Saray ve F.Bahçe bana teklifte bulundu. Rahmetli Metin Oktay beni Çeşme’ye kaçırdı. 20 gün onun evinde kaldım. Ben F.Bahçe’ye gitmek istiyordum; baba gibi sevdiğim Sarıyer Başkanı Selahattin abi ise İstanbulspor’a imza atmamı istiyordu. Bir yandan da Türk futbolunun efsane ismi Metin Oktay beni G.Saray’a götürmek için çabalıyordu. Ben başkanımızı kıramadım. Metin abi İzmir’e havaalanına gittiği bir gün kaçarak İstanbul’a geldim, İstanbulspor’a imza attım. İmzadan sonra Metin abi bana çok kızdı.
G.Saray’a gitmemek için 6 ay futbol oynamadı
Cemil Turan’ın İstanbulspor’dan F.Bahçe’ye geçişi de olaylıydı. Küçüklüğünden beri F.Bahçe’yi tutan Cemil, İstanbulsporlu yöneticilerin baskılarına rağmen G.Saray’a değil, F.Bahçe’ye imza atışında çok sıkıntılar çekti. Araya Muhsin Batur paşaların bile girdiği o transfer günlerini de kendisinden dinliyoruz: “Ben F.Bahçe’yi istiyordum, yöneticilerimiz G.Saray’a imza atmamı istiyordu. Ancak F.Bahçe ikinci başkanı Emin Cankurtaran’la el sıkışmıştık. Artık İstanbulspor’un maçlarına ve antrenmanlarına da gitmiyordum. İşler iyice zora girmişti. Onlar da beni vermiyordu. Daha sonra rahmetli Sultan Demircan abi sahneye çıktı. Benim F.Bahçe’ye gitmem için elinden geleni yaptı. Hatta İstanbulspor başkanını tehdit bile etti. Bu yüzden hapse girdi. Ben devamlı ziyaretine gittim onun. O günlerde bu transferim yüzünden ailecek perişan olduk. Transfer mevsimi kasım ayının sonunda bitiyordu. 29 Kasım’da bana “Yarın evden ayrılma, seni arayacaklar.” dedi. Ertesi gün dediği oldu. Beni evden aradılar. Beşiktaş’ta bir restoranda İstanbulsporlu ve F.Bahçeli yöneticilerle bir araya geldik. Ve F.Bahçe’ye kiralık olarak imza attım. İlk işim eşimi aramak oldu: “Oldu, oldu, sonunda anlaştık dedim.”
Kaynak:Aksiyon dergisi
*****************************************************************
Hayatım Fener
Adı efsaneler arasında yer alan Cemil Turan, SABAH`a konuştu: `En mutlu günlerim F.Bahçe bayrağı altındaydı. Benim için bir tek Fener var; gerisi boş`.
Bir kuşak Fenerbahçeli olduysa bunda Cemil Turan`ın etkisi gözardı edilemez. Fenerbahçe tarihinin en önemli sayfalarından biridir Cemil Turan. 59 yaşındaki efsane, şimdilerde ailesi, 2 torunu, 2 Fenerium dükkanı ve Fenerbahçesi`yle mutlu bir hayat yaşıyor. Sözü ona bırakmadan söyleşimiz sırasında yaşadığımız bir olayı anlatalım. Oturduğumuz kafede yanımıza yaklaşan 50 yaşlarında bir Fenerbahçeli şunları söyledi: `Beni yıllar öncesine götürdünüz. O zaman idman saatlerini gazeteler yazmazdı. Sizi Dereağzı`nda beklerdik. Önce Didi gelirdi sarı Murat 124 arabasıyla. Bu, 10 dakika içinde sizin geleceğinizin işaretiydi. Nitekim gelirdiniz. Camınıza vurup o hafta kazanacağınızı söylerdik, siz de bize el sallardınız. Bizlere o günleri yaşattığınız için teşekkür borçluyuz her zaman...` Bu sözler sonrası Turan`ın sesi tuhaflaştı. Teşekkür etti. Taraftar gittikten sonra `Yanıma böyle gelenler o kadar çok ki. Onlara şimdiki yıldızlara gitmelerini söylüyorum ama benim yerimin ayrı olduğunu söylüyorlar. Daha büyük mutluluk nedir bilemiyorum` dedi. Sonra başladı anlatmaya...
* F.Bahçe`ye gelmem Emin Cankurtaran`ın sayesindedir. O dönemlerde futbolcuların fazla söz hakkı yoktu. İstanbulspor`un oyuncusuydum ve onlar da beni G.Saray`a veriyorlardı. Bir gece G.Saray kesinleşmişti. O gece hiç uyumadım. Ama sonraki gün (1972 Kasım) Emin başkan beni almayı başardı. Bu hayatımın dönüm noktası oldu.
YALNIZ F.BAHÇE`Yİ İZLERİM
* 1993`te Güven Sazak döneminde futbol şube sorumlusuydum. Rıdvan teknik direktörken, idari menajerdim. Aziz Yıldırım döneminde Mayıs 2005`e kadar altyapının başındaydım. Bunlar futbol oynadığım dönemler kadar mutlu olduğum dönemlerdir.Futbol maçlarının hastasıyım. Ama yalnızca Fenerbahçe maçı olacak. Avrupa takımları oynarken TV`ye bakmam bile. F.Bahçe`nin sıradan bir lig maçını TV`de 5. kez yayınlansın, gözümü kırpmadan izlerim. Benim hayatım Fener. Gerisi boş.
* Futbol oynarken ekonomik kaygım hiç olmadı. Hep Fenerbahçe için oynadım. Pişman da değilim asla. İstanbulspor`dayken Arsenal, F.Bahçe`deyken PSV istedi. Futbolu bırakınca Cosmos çağırdı. Bunlardan Cosmos`a gitmemem de hatalarımdan biridir. Gitsem 1-2 yıl oynayacak gücüm vardı ve iyi para kazanırdım ama yapmadım. Birilerine kızıp futbolu bırakmıştım. O sinirle tümden koptum. Sanırım dönem biraz asabiydim!
* Futbolda altyapı çok önemli. Buna çok inanırım. Ama altyapının başında da Türk olmalı, F.Bahçeli olmalı. Dereağzı benim yuvam ama geçen yıl Hollandalı ekip geldiğinde adımımı atmadım. Şimdi Şenol Çorlu ve ekibi geldi. Doğru hamleler bunlardır. Fenerbahçeliliği bu tür insanlar bilip aşılar.
* Tuncay, Kemal, Volkan gibi isimlerin F.Bahçe`ye gelmesinde emeğim var ve bu mutlu ediyor. İçlerinde en talihsizi Kemal`dir. Çok ağır sakatlıklar geçirdi. Kemal bu değil. İddia ediyorum; istediği sağlık durumunu yakalasın, F.Bahçe`nin yıldızlarından olur.
* Tuncay`ın yeri ayrı. Onu izlemeye gittim. Bir futbolcuyu izlerken önce hızına bakarım. Sonra adam geçmesi, sağlam basması. Ardından da karakteri. Tuncay`da bunların hepsini gördüm. Eksikleri var hala. Şanssızlığı futbola 16 gibi geç bir yaşta başlaması. Ama düşündüğüm yolda ilerliyor ve bu beni mutlu ediyor. Benim Avrupa`daki gol rekorumu geçmesi ise bana gurur verdi.
DENİZ DERİNSU 2007-01-03 Sabah
(NOT:Nasıl Cemil Turan, Tuncay'ı kazandırmışsa ,Rıdvan da Semih Şentürk'ü kazandırmıştır Fenerbahçe'ye.İkisi de canlı olarak izleyebildiğim son dönemin en büyük futbol efsaneleridir.)
0 yorum:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.