20 Ocak 2011 Perşembe

Fenerbahçe - UMMC Ekaterinburg 82-75 (Salondan İzlenimler)




Uzun süredir yaşanan kriz ortamına rağmen, grubun ve top 16 listesinin liderlik mücadelesinden de başarıyla ayrılan kraliçelerimiz bizi gururlandırdılar.

İstanbul'da akşam karanlığı çökmüşken, Caferağa önünde yaklaşık kırk kişilik bir kuyruk olmuştu, kuyruk gelenlerle biraz daha uzamaktayken, daha fazla bekletmeyip yediye çeyrek kala gibi gişeleri açtılar, biletlerini alanlardan isteyenler içeri girdi. Kuyrukta beklerken kadın-erkek karışık yirmi polis içeri giriverdi, gelen özel araçtan inen maçın hakemleri de bavullarıyla beraber kulüp idari asistanıyla birlikte içeriye yöneldiler.

Salon içine girdiğimde fazla kimse yoktu, yavaş yavaş sahaya çıkan birkaç oyuncumuz oldu, aynı şekilde karşı takımdan da birkaç kişi şut antrenmanı yapıyorlardı. Biz sol köşedeki ön blok içine girip tanıdıklarla zaman geçiriyorduk, orada ısınmaya çıkan oyunculardan elindeki formaya imza toplayan Şadan ağabeye oyuncuları çağırmasına yardımcı olarak vakit güzel geçti.

Güvenlik görevlileri gene en ön sıraya birilerini koyup bu kısımda maç boyu bir kişi ayakta dursun deyince, bu iş bir tek bizim kulüpte var başka salonlarada gidiyoruz böyle uygulamalar görmüyoruz diye güvenlik sorumlularıyla konuşunca, buna kulüp ve valilik emniyet kurulu ortak karar veriyor dedi, zaten biliyoruz bizim kulübün tavırlarını ama sizde biraz esnek olun dedik.

Bizim tarafta şut atan Anna Vajda, İvana Matoviç ve Özge vardı. Anna çağırdığımızda çok içten bir şekilde gülümseyerek geliverdi, orada formaya imza atarken, hi Anna,how are you dedim ama cevabı Türkçe vermesi şaşırtıcı oldu, merhabalar,ben iyiyim siz nasılsınız beyler deyince aaa Türkçe konuşuyor yahu dediler (ben zaten biraz birşeyler öğrendiğini televizyonda duymuştum) resim çektirirken sıçrayarak demirlerin üzerinde poz verecek kadar içtendi, evet şimdi gidiyorum görüşürüz diyerek gitti. Takımda süre alamasa da yaşadığı yere dil olarak adapte olmaya çabalamış en azından dedim, daha önce herhalde Türkiye'de başka takımda oynamıştır yahu, çok düzgün konuşuyordu diyorlardı, yok dedim hiç bizim ülkede oynamadı.

Bu şekilde birçok oyuncuyu maç öncesi yanımıza çağırıverdik. İvana ve Özge'den sonra Hanna Horakova'da bizim seslenmemizi duyunca hemen gülümseyerek el salladı, hemen birkaç şut atıp geliverdi. Hanna sana güveniyoruz,başarılar dedim, aslında gelen birçok oyuncuya benzer şeyleri söylüyordum ama Hanna'nın maçtaki performansı etkileyici oluverdi.

Karşı tarafta ısınanlar arasında Cappie'ye seslenince, dönüp el salladı, sonra arkadaşlarından ayrılıp benche oturdu, orada uzun bir süre masaj yapıldı. Daha sonra FB tv muhabiri yanında tercüme yardımı için Mustafa Özben ile beraber onu bizim bench tarafındaki köşeye röportaj için götürdüler, gene oradan geçiyorken seslenip çağıranlara gülerek el sallıyordu,bir dakika diye işaret ediverdi. Birkaç dakikalık röportaj sırasında ekaterinburg oyuncuları ısınmaları bitirip içeriye gidiverdiler, Cappie arkasına baktığında herkesin gittiğini farkedince gülerek gitmem lazım diyerek röportajı kesiverdi, koşarak içeriye yöneldi.

Sahaya çıkan yeni transfer Anete rakip takımdaki arkadaşlarıyla sohbet ediyordu, Angel'da sahaya gelmişti ama yerli oyuncuların çoğu dışarı çıkmamıştı, yabancıların hepsi sahada şut çalışıyordu. Angel uzun süren bağırışlara bakıyordu,selam veriyordu ama gelmiyordu. Bir süre sonra güleryüzle geliverdi, resim çektirilmek istenince o aşağıda olduğundan zıplamak ister gibi şaka yaptı, sonra kafasını demirlerin arasına sokarak gülen yüz yaptı bayağı eğlenceli bir kızdı, biz teşekkür ettik, o bize teşekkür etti, burada destek için endişe duyma, bu taraftar senin gibi oyuncuları sever dedim.

Maç vaktine yaklaşırken, turuncu tshirtleriyle rus takımının taraftarları geldi, zaten maçtan önce de buraya birkaç sene önce gelen otuz kişilik grubun davullarıyla falan bizi nasıl bunalttıklarını anlatıyordum. Bu sefer gelenler ise gidip yakından bakınca sekiz kişiydi, belki sonra birkaç kişi daha girmiştir, hepsi de gençti, bu sefer davullarını içeri sokmalarına kapıda izin vermemişlerdi. Bir iki tanesi üzerindekileri tribünün içinde çıkartıp tshirt giyiyordu; çubuk balonları,turuncu tshirtleri,bayraklarıyla orayı renklendirdiler, ne dediklerini anlamadığım birşey bağırıyorlardı. Maç içinde de zaman zaman sessizlik anlarında, bizim faul atışlarımızda falan oradan ses duyuluyordu.
Rusların da sağ tarafında kalan, salonun sağ duvardibinde, altlarda salon müdavimi ağabeyler varken, üstlerde ise bütün basketbol kız altyapı oyuncuları oturmaktaydı.

Elimdeki fazladan bileti gelecek olan arkadaş arayınca dışarıya yönelip ona verdim, maça fazla vakit yoktu ama dışarda da öyle büyük bir kuyruk falan gözükmüyordu. Kimi taraftar öbekleri vardı, belki toplu gireceklerdi yada birilerinin içeri sokmasını bekliyorlardı.

Tekrar tribüne dönerken karşılaştığım resmi site fotoğrafçısına resimleri yüklediği bir site var mı diye soruverdim, belli ki siteye konacak resimleri editörleri seçiyordu, en azından bu salonda tek tribün olduğu için hiç doğru düzgün bütün tribünü komple gösteren bir resim göremiyoruz bari çektiklerini koyduğu bir site varsa oradan bulsak dedim ama hiçbiryere yüklemiyormuş.

Süper menajerimiz Didem Akın bir sağa bir sola geziniyordu, bir ara Cappie ile uzun bir süre gülüşerek birşeyler konuştuğunu gördüm. Devre arasında ise elindeki kağıtlarıyla protokolün önünde başkana son gelişmelere dair birşeyler anlatıyordu, başkanın talimatlarını dinleyerek kafa sallıyordu, ben de uzaktan Didem hanım istifa dilekçesi mi o diye seslendim ama duyuramadım.

Maça yakın vakitte sol köşenin alt kısmına doğru yığılma artmıştı, gene yeterli bir taraftar kitlesi vardı ama salonda üstlerde ufak boşluklar kalmıştı. Her ne kadar o kalabalığın içinde rahat etmeyeceğimi bilsem de, en azından sahaya baskı müdahale etmeye en müsait yer diye orada kalıverdim. Bir yandan da en azından tezahüratlar girilecekken maçı takip edip top bize geçti, şimdi basıyoruz ıslıklamak lazım, şu kadar saniye daha var, gevşemeyelim, fark kapanabilir, uyutucu tezahürat yapmayalım, daha kısa canlı şeyler girelim vb. durumu sete çıkan Alper ağabeyle iletişim kurmaya fırsat oluyordu, bu şekilde biraz daha tribünün maçın içinde olması için müdahil oluyorduk, en azından Burhan Felek'te ki eczacıbaşı maçından daha etkili bir ortamla oyundan kopmamaya uğraş verildi.

Anlamadığım birkaç şey vardı ki, sanırım tribünde o blokta sezon başı kombineye açılmış olsa gerek ki aralarda ortamın aksine çok sakin duran, hatta oturmaya çalışan kişiler vardı. Eğer kombinelilerden değillerse neden maçı izleyecek olanlar aktif taraftarların arasına girer anlayamıyorum, zira salonda buna uygun rahatça oturup maç izlenecek birsürü yer var. Yada kimisi sonradan gelen bazı tanıdıklarını aralara çağırıp sokuyorlar ama bir bakıyorum gelen adam hiç kıpırdamıyor bile, boşyere sıkışıyoruz.

Bu sefer sete fazla çıkan yoktu da gene de üçüncüye hiç gerek olmuyor. Oraya çıkan hiçbirşey yapmadan maç izler mi, bir metre önündekiler kıyameti koparıyor ıslık çalıyor atkı sallıyor, ama bir bakıyoruz sette sahayı izleyen biri, uyumasana falan diye arada bir dürtmek gerekiyor.

Bir diğer komedide maç bitince yaşanıyor, ön sıra boş tutulduğundan herkes montunu falan oraya koyuyor, maç bitimine doğru ne oluyorsa birden bire herkes setin oraya hem montları hem birbirini çiğnercesine hücum ediyor. Oldukları yerden takımla bütünleşip karşılıklı tezahürat edemiyorlarmış gibi oraya yığılıveriyorlar.

Maç başlamadan önce tezahüratlar başlamıştı, oyuncu anonsları yapılırken, ekaterinburg oyuncuları ıslıklanıyordu, taa ki Cappie Pondexter adı okunana kadar, sıra ona gelince salondan alkış yükseldi. Daha sonra bizim oyuncular alkışlarla anons edildi, kanaryasın sen bizim canımız... denilerek ortam ısıtıldı. Yöneticilerin kimisi sonradan gelerek protokolde başkanın yanında kalabalıklaştılar.

Maça iyi bir giriş yapmıştık, özellikle Hanna hırslı bir görüntü sergiliyordu, savunmadaki alan dizilişimiz ilginçti ama bayağı sıkıntı veriyorduk. Tribünde bazen önden bazen üstlerden girilenlere göre gidiyordu, top rakibe geçtikçe ıslığa yönelmeye uğraşılıyordu. Büyük Alper'in kafasındaki teri sık sık eliyle yere akıttığını gördüm, bu yaşta hala bu işlerin içinde olmaları garip görünüyordu ama en azından ne idüğü belirsiz gençlerin kafalarına göre idare etmesinden iyiydi, zaman zaman bizim maça yönelik tepkilerimize göre çevredekileri yönlendiriyordu. Birkaç kere maçta farkın azaldığı anlarda üstlere doğru nutuk çekerek bakın maçı izlemeye başladınız,fark ne hale geldi,bu taraftar maç kazandırır beyler bayanlar haydi canlanın diye sesleniyordu. Bu esnada rakip takıma güzel bir şekilde top kaybı yaptıran oyuncularımızı alkışlıyorduk, o da beni alkışlıyorsunuz zannettim diye gülüyordu.

İlk periyot güzel giden işleri, ikinci periyot Cappie bozuverdi, eli ısındıkça sayıları sıralayıp farkın erimesine yol açtı, onu yakın savunmakta sıkıntı çektik. Yeni transfer Anete'nin bu maçta iki defa hızlı hücumda boştakine pas yada potaya penetre etmeyi düşünmeden durarak şut atmayı tercih edip kaçırması hoşuma gitmedi ama herhalde zamanla uyum sağlayacaktır. Bazı oyuncular sanki geçen seneki dar kadroymuş gibi uzun sürelerle sahada kalıyordu, onların yorulduğunu çok net görüyorduk ama biraz daha tribünden ittire ittire enerji takviyesi yapılıyordu. Bu maç fazla süre bulamayan Birsel oyuna girerken büyük alkış aldı.

Zaman zaman tezahüratları yutan uzun anonslara kızdığımız oldu, biraz daha düşük sesle girmesi için işaret ediliyordu. Çoğunlukla bizim faul atışlarına doğru tezahüratlar durulup sessizlik çöküyordu, ama bu fırsattan istifade eden rus gençleri höykürüp konsantrasyon bozmaya uğraşıyordu, onlara kızıp heeey şşt diye uzaktan ses edenler onlardan daha çok ses yapıyordu, duymak istemiyorlarsa hafiften tezahürata devam etmeleri en uygunu olurdu, böylece sessizlikte kimseye gürültü fırsatı doğmazdı.

Devre arası su almaya ve lavaboya çıkıp döndükten sonra, ekaterinburg oyuncularının bizim önümüzde ısınmakta olduklarını gördüm. Cappie elinde topla bize yakın geliyordu, herkes Cappieee diye ona seslenince, tribüne daha da yaklaşarak onun bildiğimiz gülümsemesiyle ağzını açıp neee diye gülüp potaya doğru hareketlendi. Yok galatasaray yok Cappie Pondexter diye tezahürat etmeye başladık, şutu atıp sırasını dönerken işaret parmağıyla onaylıyordu. Orada bu tezahüratın neden olduğunu bilmeyip niye söylüyorsunuz galatasaray ile mi anlaşacakmış diyenler vardı.

İkinci devre rakip takım bizim tarafa hücum edeceğinden daha fazla baskı yapmamız gerekiyordu, bu salonda özellikle ikinci yarıları rakipler için daha zor geçiyor zira taraftarında baskısı bizim savunmanın direnciyle birleşip ortam sertliğini artırıveriyor.

İkinci devreki ortam zaman zaman hatalar olduysa da tribün açısından kötü sayılmazdı, daha iyisi de olabilirdi. Ama yeterli taraftar grubu ilgisi olmayınca tezahürat etmek yorucu oluyor, bir de herkesin ıslık uğultu için uğraştığı andan sonra top bize geçince bir kaç kere sessiz kalındığı zamanlar oldu, yada birkaç yerden ayrı ayrı ses çıkınca şaşırılıp susulduğu. Hem baskı için uğraş sonra hemen herkes aynı anda aynı tezahürat gir falan bu hiçte kolay olmuyor, daha iyi anladım. Zaman zaman girilen yeryüzünde gökyüzünde bir fırtına kopar hergün... benzeri uzun uyutucu tezahüratları ise söylenmemesi için yukarıdakilere uyarmak gerekti, daha kısa coşkulu birşeyler girmeli deyince, hemen ardından girilen coşkulu Kanarya Kanarya saldır saldır Kanarya sesleri güzeldi.

Oradaki tribünün eskileri Alper ve Şadan ağabeyler hani bizim eskilerden bir tezahürat vardı,söylesek mi falan diyorlardı. Bomborasi bomborasi bom bom bom Sarı Lacivert Şampiyon... bunu biliyordum güzel olurdu da sadece bizim tribünlerin söylediği birşey değildi herhalde... gümgümgüm hababam yapalım diyenlerde oldu, gümgümgüm Kanarya da fena olmazdı. Herneyse bunları konuşurken mola bitti, tekrar maça daldık.

Haydi kızlar diye mola dönüşleri alkış başlatıyorduk, bir ara rakip oyunda öne geçtiyse de tekrar üstünlüğü almıştık, hücumda pota altında İvana çok bitiriciydi, Angel'da sayılarıyla bizi rahatlatıyordu. Skorda çok çeşitli katkı yapan olmasa da takımca mücadele üstdüzeydeydi, rakip zaman zaman potayı görmekte zorlandı. Alper ağabey atkılı olanları öne çağırdı, duvarın dibine gelip onların hücumunda atkı sallayın diyordu ama bir süre sonra spor büro polisinden biri kıllık yapıverdi, aşağıdakiler koltuklara çıksın diye ortamı soğuttu.

Bir ara fark beşe kadar inince etraftakilere gevşemeyin,daha maç bitmedi bunlar hemen kapatabilir diyorduk. Gene yoğun ıslıklar yükselirken, bir hücum boyunca sağ yukarıya salonun geri kalanına bakayım dedim. Ben bir hücum birşey yapmadan yukarıyı izledim diye utanıyordum ama salonun bu orta kısımlarındakiler maçı izliyordu. Yahu fark azalıyor oyun kritik hale geliyor, salonun bir köşesi eller kollar atkılar sallanıyor, ıslıklar uğultular yırtınıyor ama salon ortasında görebildiğim büyük kısmı heyecanlı halleri yüzlerinden okunuyor da hiç bir reaksiyon olmadan sahaya bakıyorlardı. Neyse bir ara artık yeter deyip bir kereliğine o tarafıda tezahürata katma çağırıları oldu, ayağa davet edilip karşılıklı Fenerbahçem benim biricik sevgilim yapıldı.

Farkı tekrar çift haneye çıkarınca son iki dakika kala molada avaz avaz yapalım dedim, ama mola bitiyordu neyse maç bitince yaparız dedik. Omuz omuza diyenleri de durun son dakikaya girelim diye frenliyorduk, rakip güçlüydü bu da basketboldu, her an farkın kapanması endişesi geçen seneki spartak maçı yüzünden içimize yerleşmişti, ama orada Taurasi vardı. Bu sefer kontrolü kaybetmeden, yapılan tam saha baskıyı aşan oyunculara alkış tutarak süreyi geçirmelerini istiyorduk.

Son dakikaya girerken molalar üstüste gelince, on dokuz sekiz diye geri sayımla omuzomuza yapıldı. Şampiyon Fenerbahçem ne istersen iste benden diyerek devam eden coşkuyu, son saniyelerde sahaya dönüp ellerimizi açarak avaz avaz sesimizin yükselmesi takip etti, tezahüratlar edilirken oyuncular da potayı karartmıştı, maç öyle bitiverdi.

Sonunda bir euroleague grubunu hem de yenilgisiz lider bitirmenin keyfini yaşıyorduk, bir rus takımını burada yenmeyeli çok zaman olmuştu. Tribüne çağırılan oyunculara bu taraftar sizinle gurur duyuyor diye tezahürat edildi, maçta tüm süreyi oyunda geçiren İvana yorgunluktan ayakta zor duruyor gibiydi. Oyuncular yöneticilere doğru yönelecekken hızlı bir şekilde Sarııı sesi yükselince kaptan Nevriye duraklayıp Lacivert diye diğerleriyle beraber karşılık verdi. Yeni oyuncular bilmiyordu ama yabancıların bir kısmı katılıyordu. Karşılıklı Sarı-Lacivert yapıldıktan sonra alkışlarla oley oley.. şampiyon kanarya sesleri yükseldi.

Tribünler ve protokol dağılırken "stad samandıra için sana teşekkür ederiz, bu taraftar artık seni istemiyor Aziz" tezahüratı kısa bir süreliğine söylendi, aynı şekilde cumartesi Burhan Felekte ki maçtan öncede kısa bir süre duyulmuştu.

Yöneticilerle tebrikleşen takım alkışlarla tezahüratlar eşliğinde gitti, daha sonra röportaj için sahaya dönen Angel ve İvana'ya ilgi yöneldi, taraftarları selamladılar. Biz de yavaştan lavaboya gidip hazırlanarak dışarıya döküldük. Gelecek maç kimle rakip olacağımız falan konuşulmuyordu, haftasonu çakışan maçlardan hangisine gideceğimizi konuşuyorduk. Nasılsa artık final foura kadar saha avantajı bizim elimizde olduğuna göre onu diğerleri düşünsün.

Video için ig2008'e teşekkürler

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler