5 Kasım 2010 Cuma

Fenerbahçe - Gospic Croatia 109-92 (Salondan İzlenimler)

Yıldızlarla donatılmış bayan basket takımımızın kendi sahasındaki ilk euroleague maçına taraftarlarımızın ilgi göstereceğini tahmin ediyorduk. Salona erken gitmeye çalışıp saat yedide salon önüne varınca gişe önünden başlayan 100 kişiden fazla bir kuyruk u harfi şeklini almıştı.

Maça bir saat varken kuyruğun böyle uzun olmasının sebebi henüz gişelerin açılmamasıydı. Kuyrukta duran bazı yaşı büyük amcalarımız görevlilerle tartışıp sinirle söylenmekteydiler, anladığım kadarıyla emniyet amirinden talimat gelmesini bekliyorlardı. Elinde kombine kartı olan bazıları da direk giriş kapısı önünde ayrı bir kuyruk olmaktaydılar ki nihayet gişe açılıp salona girişe izin verildi.

Kuyrukta ağır ağır ilerlerken önümde arkamda duran bu 45-50 yaş üstü amcaların nasılda hararetle bayan basket takımı üzerine yorumlar yaptıklarına şaşırdım. Aslında çoğu yorum Taurasi üzerinden ve onun Kayseri maçında sayı atamayıp uzun süre sonra yenilmemize dair eleştirileriydi. Aynı benim babam gibi böyle yenilgilere biraz tahammülsüz olduklarını anlasam da gene de takımın bütün maçlarını rakiplerini böyle takip etmeleri ilgi çekiciydi. Kuyrukta iken bazı arkadaşları görüp onlarla sohbet ederken sıra bana gelmişti bile. Hem kendime hem de maça gecikme durumu olan bir arkadaşa bilet alıverdim, biletler birkaç senedir olduğu gibi fiks tarife 5 liraydı.

Biz hala dışarda ayaküstü takılırken siyah station vagon bir araçla maçın hakemleri kulüpten bir görevli nezaretinde gelip içeri giriş yaptılar. Dışardaki kuyruk 15 dakikada eriyivermişti, bazılarının GFB amigosunun kapıdaki görevliye işaretiyle biletsiz girdiklerini gördüm. Salon maçlarına gelen ağabeylerden biri beni görünce bilet sende kalsın, kombine kartımı vereyim onunla geçiver deyince, aldığım bilet bir dahaki maça kalıverdi. Bu eski salonda barkod okutma sistemlerinin olmaması böyle değerlendirilebiliyor.

Maça yarım saatten az zaman kalmışken takımlar ısınmakla meşguldü. Sahaya yakın olan kutu gibi kısımda fazla kimse yokken, duvardibi sol blokta toplanan GFB liler 10 dakika sonra karar değiştirip birdenbire bu protokol dibindeki kutu blok kısmına doluşuverdiler. Bir kısım tezahüratçı kitle salona girmişken ısınan oyuncuları da görünce birkaç oyuncuya tezahürat edildi. Nevriye Yılmaz tezahüratlara alkışla karşılık verirken, Birsel Vardarlı'dan tepki gelmedi. Merdivenlerin çıkışındaki boşlukta etrafa göz atarken birdenbire alkışlar yükseliverince sahada ne oldu diye bakınıverdim ki meğersem protokolün sağındaki tribünden başlayan alkışlar geldiğini gördükleri başkan Aziz Yıldırım'a yönelikmiş. Başkan'da alkışlara el sallayıp elini göğsüne götürerek selam verip yanındaki yöneticilerle oturuverdiği esnada sol taraflardaki gençlerden hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada.... diyerekten tezahürat giriliverdi.

Maç vakti yaklaşmaktaydı ve salonun geneli yavaştan belli bir doluluğa ulaşıvermişti. Sol duvardibinde tezahürat edenlerin toplandığı yerlerin üstlerinde boşluklar kalmıştı ama geri kalan yerler dolu gözüktüğünden 1250 civarı bir rakama ulaşılmış olabilir. Belki geç kalıp bilet falan bulamaz diye bilet almamı isteyen arkadaşta maç başlamadan şansına tam salonun önünde park yeri bulup yetişebildi. Onu beklerken salon içinde rastgele bir koltukta oturayım dememle görevli orası kombineli diye uyarıverdi. Adam nereden biliyor diye şaşırırken bakınca meğersem kombineli olan koltukların üzerine sarı bir yazı yapıştırılmış olduğunu gördüm. Her neyse gelen arkadaşa biletini vereyim diye dışarı kapının oraya çıkıp tekrar içeri döndükten sonra sol blokta önlere yakın biryerlerde duruverdik.

Maçın başlamasına yakın zamanda bu kısımdaki kalabalık biraz daha artıverdi, üstlerdeki boşluğa rağmen herkes birbirini sıkıştırırcasına içiçe toplanıverdi. Büyük Alper ağabey gelip kutu kısımın önüne geçmişken, orada ki GFB li gençler ona üçlü çektirmesi için sahaya inmeyen cimbomlu olsun diye sataşmaya başladı. O da dayanamayıp saha içine inerek 10dan geri sayımla laylay kasap havası yaptırdıktan sonra maçın hava atışını beklemeye başladık. GFB amigosu Ercan'da kutu kısımın üstünde demir parmaklıklara yerleşmişti.

Takım oyuncularımızın isimleri sırayla okunurken eller çakılarak oley çekildi. Maç başlamadan tezahüratlar başlamıştı, taraftarlar da kendi ısınmalarını yapıyordu. Ama maç başlar başlamaz daha ilk anda tribünde bir arıza da yaşanıverdi. Maç başlayıp yapılan laylay ardından oluşan sessizlikte bizim önlerimizde duran ağabeylerden biri önündekilerle beraber Fenerbahçem sen çok yaşa... diye tezahürat girmesiyle beraber, sağ tarafımızdaki GFB amigosu tarafından ne oluyor ne yapıyorsunuz siz diye küfürlü tepkiyle karşılanıp ortamda bir anlık soğumaya sebep oldu. Kendi yaşından çok daha büyüklere böyle davrananları görünce insan doğal olarak zamanla tribünlerden soğur hale geliyor. Neyse sonra herhalde kendi aralarında konuşup meseleyi tatlıya bağladılar ya da buzluğa atılan onca hikayeden biri oluverdi.

Maçın başlarında savunmada iyi konsantre olamadığımız için kolay sayılar yiyerek geriye düşüverdik. Buna sinirlenen koç ilk molayı aldı, mola ardından işler biraz daha bizim lehimize dönüp rakibe üstünlüğümüzü kabul ettirir olduk. Tribündekilerde bu vaziyete paralel bestelerden bestelere değiştire değiştire gidiveriyordu. Savunmaya dair ne takımda ne tribünde pek bir ciddi reaksiyon gözükmüyordu. Taa ki Taurasi'nin ortalığı alevlendirdiği ana kadar. Bu pozisyonda Taurasi tam önümüzdeki kısımda rakibin müdahalesiyle basket bulamadığı bir pozisyonla yerde kalıverdi. Yanında duran hakeme oturduğu yerden faul bekler ifadeyle baktıktan sonra hakem onu boşlayınca, o sinirle yerden kalkarken .uck off dediğini çok net gördüm. Doğal olarak bunu duyan hakem de teknik faulü çalıverdi. Bütün salon o kel kafalı hakemin kararıyla protestoya başladı, rakip faul sonrası topu kenardan başlamak için bu hakeme verince ıslıklar yuhalamalar ortalığı çınlatıyordu.

Bu sinirle alevlenmiş olan Taurasi hemen akabindeki hücumda üçlüğü yapıştırıverince o hakeme doğru az birşey taşıverdik, zaten maç boyu genelde bizim aleyhimize düdük çalma görevini o üstlenmiş gözüküyordu. İlk devre sahayı hızlı hücumlarla aştığımız çok pozisyon oluyordu. Bunlardan birinde Taurasi'nin; idolü Magic Johnson olan bir basketçiye yakışır şekilde, orta sahadan no-look pas ile pota altına tam adrese yolladığı topu takip etmek müthiş keyifliydi, o kadar keyifliydi ki şimdi o pozisyon sayı olmuş muydu hatırlamıyorum.

Maçın ilk periyodu çok sayı olmuştu ve de bitmek bilmiyordu, sürekli tezahürat etmekten bayağı yorulduğumu hatırlıyorum. Sağ tarafımdaki gençler çok daha enerjiktiler, periyot arası bile tezahürat edip duruyorlardı ama açıkçası bu enerjinin uzun vadede takıma ne katkısı vardır tartışılır. Sürekli tezahürat edilen bir ortama ve oluşan gürültüye, rakip oyuncular da hakemler de belli süre sonra alıştıklarından; zaman zaman sessizlik ve defans için ya da rakibe hakeme baskı için yapılan çığırtkanlıkların da, daha sonrasında girilen tezahüratların sahada hissedilmesi için önemli olduğunu düşünürüm. Öyle maça gidip maç boyu sahayla ilgilenmeden sesler kısılana kadar bağırıp, zıplayıp çok efektif olunduğunu zannetmiyorum.

Farkı iyice artırmakta olduğumuz ikinci çeyrek başlarında tribünde el kol şovlar erkenden icra edilmekteydi. Rakip koçun mola alabilmek için el kol işaretleriyle yırtındığını farkettim ama masada görevli hanımefendiler ortamdaki eğlenceden memnun vaziyette bir yandan tribünü izliyor bir yandan muhabbete dalmışlardı, adamcağız bir iki hücum sonra anca mola alabildi. Periyot sonuna doğru gevşememizle farkı biraz indirebildiler.

Maç sırasında dikkat çeken sinir bozucu diğer birşey de yeni anonscu oldu. Yapılan tezahüratları bastırırcasına girdiği sayı, oyuncu değişikliği anonsları vb. yanısıra, defalarca yaptığı upuzun "gelecek hafta basket maçları..." anonslarının da arasında tezahürat edebilmek, oyunculara seslenebilmek falan bayağı meşakkatli oldu. Maç sonu sarı-lacivert çekilirken bile adam gelecek maç anonsundan ödün vermedi, anons başı para mı alıyor nedir anlamadık.

Maçın devre arasında konuşulanlar genelde barcelona deplasmanı ve eğer iyi bir maç çıkarırsak, bu moralle artacak taraftar ilgisiyle haftaya siena maçında salonda oluşabilecek atmosfer üzerineydi, biletleri şimdiden ayarlamak lazım diyorduk. Maçın ikinci devresi anonscumuzun özel isteğiyle takımımıza büyük bir moral alkışıyla başlayıverdi. Tribün henüz yerleşmediğinden sönük başlayan ortamda sağ taraftaki gençlerin sağa sola hareketlerle hadisenize bağırsanıza hareketleri başlayıverdi. Bir ara gene sessizlik çöktüğü bir anda benim sol taraflarımda duvara daha yakın toplanmış olan farklı bir grup taraftarın başlattığı bir tezahüratı; kutu kısımın orada duydukları gibi oturdukları parmaklıklardan ayağa dikilip göz kesen gençler, belgesellerdeki avına saldıran yırtıcı kuşlara benzedi.

Maçta son periyot tek hanelere kadar inen fark ile defans diye seslenmeye başladık, Büyük Alper ağabey'in de laylayloma devam eden gençleri ıslığa yönlendirmesiyle bir süre rakip hücumları, hakem kararları falan ıslıklanıverdi. Bu gazı alan takımda hemen top çalmayı becerdi, sanki isteyince defansda yaparız mesajı verdiler. Gene de kimi zaman kısa oyuncularının baskılarıyla rakip sahaya geçerken çok top kaybettiğimiz oldu. Mola esnalarında böyle bu tarz oynarsak böyle zayıf rakipler neyse de, daha ciddi takımlara karşı çok sıkıntı yaşarız diye konuşuyorduk, ben aynı konuyu taraftar için de düşünüyordum. Taraftarın da daha zor maçlarda biraz daha bugünkü tarzını değiştirip efektif role bürünmesi gerekir ki zaten bu da en iyi Caferağa'da becerilebiliyor.

Maçın sonları yüz yüz tempoları arasında geçen lig maçında gençlerin beceremediği üç haneli rakama ulaşıverdik, ancak o maçta 20 dakika kadar oynayen Taurasi'nin neredeyse tüm maç boyu oyunda olduğu gözden kaçmıyordu. Tribünde ikinci yarı bağıran kitle içinde birkaç kere sol blok-sağ blok kendi arasında karşılıklı farklı tezahüratlar (sisli bir geceyarısı..., hep inandık..., bitmez tükenmez aşkımız vs..) yapıverdi. Bir defa da bütün salon ayağa davet edilip bağıran kitle ile geri kalan kısım arasında Fenerbahçem benim-biricik sevgilim... yapıldı. Sanırım bir ara bazı tezahüratlar içinde geçen küfürler protokolün dikkatini çekiverdi ki, kulübün eli telsizli güvenlik amirlerinden biri (Rytas maçında bizi üst tribünden aşağıya davet eden) uzakta dikilip tezahürat edenlere, amigolara doğru gülerek başkanı işaret edip birşeyler ima ediyordu ; ya da ben tecrübelerime dayanarak böyle tahmin ettim.

Maç sonuna doğru maç hala oynanmaktayken ve Nevriye'de sahadayken ona tezahürat yapmaya başladılar, ama bu diğer oyuncularla devam etmedi. Maç bitmekteydi , inandık size bu sene... , şampiyon Fenerbahçem ne istersen iste benden.... gibi bestelerle sahada sayı yağmuru olan akşam noktalandı. Takım tribüne çağırılırken anonscunun baskın sesine rağmen hızlı bir organizasyonla sarı sesleri yükseldi, yaklaşmakta olan oyunculardan yerliler de iyi bir reaksiyonla lacivert girince, karşılıklı sarı-lacivert-şampiyon-Fener yapıldı, henüz yabancılardan tam katkı alamasakta zamanla alışırlar. Hepsi tribünleri alkışladıktan sonra önümüzde eller ortada Fener çekip tekrar alkışlarla dönerek uzaklaştılar. Onlar şeref tribünü önünde başkan ve yöneticilerle de tebrikleşip dağılırken, herkes yılar Nevriye Yılmaz sesleri yükseliyordu, uzaktan dönüp alkışlayarak gitti. Koçta bizim önümüzden taraftara alkış tutarak geçip yöneticilerle tebrikleşmeye uzadı.

Salon boşalırken biz tribünlerde biraz daha durum analizi yapıverdik, bu esnada soyunma odasının oradan Devran'ın sahaya döndüğünü görünce, tercüman iş başında dedik, koç ile yapılan röportaj için ondan yardım alıyorlardı. Salon dışına dökülüp sıradaki maçta görüşmek üzere vedalaştık ama gelecek hafta bayan basket maçının erkeklerinkiyle çakışıyor olması tek üzüntümüzdü.

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler