27 Aralık 2010 Pazartesi

Fenerbahçe Ülker - Cholet 93-61 (Salondan İzlenimler)





Erkek basketbol takımımız, onbini aşkın taraftarı önünde, Fransız ekibiyle ilk maçtan kalan hesabı çok açık bir farkla kapatıverdi. Böylece oradaki ilginç salon ortamında, hakem destekleriyle aldıkları galibiyetle bizlerin sinirlerini bozan, Erman Kunter ve oyuncularını Euroleague dışına şutlamanın keyfini tadıverdik.

Maç çok geç bir saatteydi, sanki futbolda şampiyonlar ligi maçı oynuyormuş gibi 21.45'te başlayacak maçın bitişi ardından dönüşde oldukça geç olacağından salona gelmekten cayanlar olmuştur. Buna rağmen salonda rakamsal olarak beş haneli bir sayıya ulaşılması çok olumlu bir gelişme oldu. Grubun son maçlarında en önemli rakiplerinden üstüste mağlubiyet alan takımın, artık skor endeksli bir ilgiye maruz kalmayacağına dair geleceğe yönelik bir umut oluverdi.

Maç geç saatte olunca yola da biraz daha geç düşüverdim, bu defa tam iş çıkış saatlerine denk gelerek daha yoğun bir trafikte olurum zannetsemde, metrobüs ile gene önceki seferler gibi aşağı yukarı 45-50 dakikada Şirinevler'e varınca şaşırdım. Tek hatam Zincirlikuyu'da aktarma için inmeyip Edirnekapı'ya kadar gitmek oldu, zira gelen en az 15 metrobüsün içi ayakta dizilmiş sardalya konservesi gibi sıkışık olunca bir süre binemeyip zaman kaybettim.

Şirinevler de buluştuğum arkadaşlarla salona yönelip 3-4 numaralı kapıdan rahat bir şekilde giriş yaptık. Yalnız gene kapının birinde iki kuyruk karşılayacak şekilde duran görevliler ile ön arama hızlı bir şekilde yapılırken, orada bayanlar için arama yapılmaması garipti. Bayanları beş metre yandaki diğer giriş noktasına tek bir kuyruğa yönlendiriyorlardı, doğal olarak oranın kuyruğu daha uzun ve ağır ilerliyordu.

Geçen hafta biletleri aldığım zaman favori yerimiz olan, kombine alabilmek için tırmalayıp sonuç alamadığımız 113 nolu bloktan bilet bulamamıştım. Bilette yazan 320 nolu blok kısıma -orta katın sağ köşesine yakındı- yöneldik. Biz girdiğimiz vakit salonda büyük boşluklar vardı. Açıkçası sahaya ve bizim benche çok mesafeli kaldığımızdan daha koltuğa yerleştiğim anda canım sıkılmıştı. Bulunduğumuz yerden 113 nolu blok gözüküyordu, boşluklar vardı ama maç başlamadan orada boşluk kalıp kalmayacağı belli olmazdı. İkinci devre falan başka yere geçeriz dedik ama öyle kaldık.

Takımların ısınmaları devam ediyorken sohbet ederek zaman öldürüyorduk, yanımdaki arkadaşlardan biri bu salonda anonsculuk yapan galatasaraylı Ali Emre Dedeoğlu ile zamanında aynı sınıfta okuduğunu,zaman zaman net üzerinden konuştuklarını söyledi, en son görüştüklerinde onun anlattıklarından bazı şeyleri aktardı. Mustafa Özben sezon başında bizim iki takımın maçlarının da anonsculuğu için yapılan teklifi kabul etmemiş, ikisini birden yürütmenin çok yoğun ve zor olacağını düşünüp kendi tercihiyle Caferağa'da bayan basketbol maçlarının anonsculuğunu üstlenmek istemiş, erkek maçları için de Ali Emre'yle anlaşabileceklerini kulübe söylemiş. Herhalde bayan takımına yapılan yatırımlar ve Taurasi transferi onun tercihine böyle yön vermiş ama ilerleyen zamanda erkek takımının euroleague sezonuna çok iyi girip, geçen senelerdeki sönük ortama kıyasla salonu dolduracak kadar ilgiyle takip edilmesi onu pişman etmiş. Ali Emre'ye bu görevi de üstlenmek istediğini söylemiş ama artık geç kaldın, olmaz cevabını almış.
Bizim arkadaşa eğer tekrar konuşma durumu olursa anonslarıyla ilgili eleştirilerimizi iletmesini söyledim.

Salonda Taurasi meselesi ile ilgili kendi aramızda konuşuyorduk, herhalde çoğu kişinin de gündeminde bu vardı. Diğer yandan gelecek sezon Amerikan AND1 spor giyim firmasının basketbol formaları hazırlamak için kulüp ile bir teması olduğu dedikodusundan bahsettiler. Bir şekilde karşılaştıkları bu firmanın Türkiye temsilcisi ile sohbetleri sırasında gelecek seneye yönelik böyle bir gelişme olabileceğine dair bir dialog geçivermiş. Aydın Hoca firma temsilcisine, eğer anlaşma karşılığında kulübe en az ikiyüzbin dolar gibi bir ücret öderlerse erkek-bayan basketbol takımlarının formaları için anlaşılabileceğini söylemiş. (Forma demişken salon içindeki Fenerium standında satılan reklamsız basketbol forması vardı,görünce şaşırdık)

Neyse zaman ilerledi salon doluluğu arttı, ısınmalarda olduğunu gördüğümüz Ukiç bizi rahatlatıyordu. Salonun içi bu maç günü çok sıcaktı, yada bu üst katlar aşağıya göre daha sıcak geldi,bilemiyorum, salon genelinde maç boyu ellerindeki kartonlarla hava yelpazeleyen çok kişi vardı.

Takım gene karartılmış ortamda ışık şovu eşliğinde anons edildi. Tam bizim pota arkası taraftar tezahürat girecekken, bir baktık cholet oyuncuları ortada omuz omuza kenetlenmiş halka halinde,bir sağa bir sola senkronize hareketlerle birbirlerini maç öncesi motive ediyorlardı. Bunu görenler onları ıslıklamaya başladı, girilen tezahürat böyle güme gitti, Erman Kunter ise biraz sonra ceketini çıkartıp kenardan maçı oynamaya koyuldu.

Pota arkası taraftar tribününe çok uzak olduğumuzdan oradan gelen büyün salon ayağa,ayağa kalkmayan cimbomlu olsun davetlerinin garip göründüğünü farkettim. Zira bunlar alt kattakilere yöneliyorlardı, ama maraton tribünü üst katlarında daha çok kişi vardı ve üst katların ne kadar aksiyondan uzak kaldığını farkettim. Pota arkasında aşağılar doluydu ama üstlere doğru skorbord arkaları bomboş gibiydi.

Omuz omuza seslenmeleri üzerine yanımızdaki arkadaşlarla oturduğumuz yerden omuz omuza dayanma geyiği yaptık, geri sayımla yapılan kasap havasına pek katılan yoktu. Taraftar tribününde sete çıkan gördüğüm kadarıyla amigo Yücel değildi, Ercan'dı, ilk başlarda çok kötü idare edilen tribün, biraz Mirsad katkısıyla hareketleniverdi.

Maça dışardan garip kaçan şut tercihleriyle başladık, biz boş dönerken onlar rahatlıkla içeriyi delip üstünlük kurdular. Daha fazla dayanamayan koçun molası ardından oyuna giren Oğuz pota altında biraz vücudu ile boşlukları kapatıp kolay sayı şanslarını azalttı ve hızlarını kesiverdik. Ben telefonla salona gelip nerede olduğumu soran arkadaşa yeri tarif etmekle uğraşırken, salonda bir anda coşku artıverdi, herkes uyur vaziyette maç izliyorken ne olduğunu anlayamadan Mirsad ortalığı bir karıştırmıştı, ayakta alkışlanıyordu, açık olan fark ne zaman kapandı diye şaşırdım.

İkinci periyot zaman zaman oyuna giren diğer oyuncularında katkılarıyla skorda önde gidiyorduk. Arkadaşlardan biri bahis oynadığından, maç sonu cholet'in on handikaptan aşağı fark yemesini istiyordu, sayı farkı açıldıkça ona takılıyorduk. Bu bahis meseleleri işin içine girince milletin maç keyfide değişiyor, zira maçın ikinci yarısı fark açıldıkça yatan kupon yüzünden keyfi kaçıp sık sık nasıl bu takım için handikapa oynadım diye dert yanıp duruyordu.

Bir ara hakemin bizim bench yakınında bir pozisyonda kararsız kaldığı birkaç saniyelik bir an oluverdi, işte o sırada bilinçli bir seyirci kitlesi baskıyı koyup ortadaki kararı lehine alabilirdi ama bizim tribünler kendi kendini eğlendiriyordu. Ama birkaç defa onların yaptığı hatalı yürüme kararlarında hakem kararından önce yükselen toplu haykırışlar duymak en azından bomboş olmadığımızı hissettirdi.

Devre arasında sahaya basket yarışması animasyonları için hazırlıklar yapılırken, koridorlara dökülüverdik, bu defa garip dans şovları ve maç çeyrek aralarında zırt pırt yapılan ödül törenleri falan olmadı. Lavabodan çıkınca koridor kısmının daha serin ve havalandırmalı olduğunu farkettim. Öyle de geniş boş alanlar varki,top getirsek halı saha boyutunda bir maç yapılabilir. Ben aşağı kata diğer arkadaşlara bakayım diye iniverdim. Daha önceki maçlardan sonra beni arabasıyla eve bırakan arkadaş iş seyahatinde olduğundan yoktu ama onun bir bayan arkadaşı salona bizimle girmişti. Daha sonra hayranı olduğu Vidmar'ın aşağıda olduğunu görünce bizim yanımızdan uçuvermişti.

Maraton alt tribüne en orta kısıma başka tanıdıkların yanında buluverdim onu. Bu tanıdıklardan birinde ki fotoğraf makinesi ile beraber Vidmar'ın yanına gidiverdik, orada minik bir taraftarla resim çektiriyordu, ufaktan bir kuyruk olmuştu, hemen Vidmar'ın arkasında oturan Aydın hoca ile hatırını sorup saygılar hocam diyerek selamlaştık. Nihayet bize sıra geldi, aslında bizim arkadaş heyecanla yanındaki boşluğa atlayıverdi, resimlerini çektik. Sonra ben de Vidmar ile poz verdim, seni geçen sezondan hatırlıyorum dedi. Bu arkadaşın kendisinin büyük hayranı olduğunu haftalardır görmek için beklediğini söyleyince gerçekten mi diye gülümsedi. Ayrılırken dizine vurup nasıl dedim, fena değil, tedaviye devam dedi. Vidmar çok efendi ve alçakgönüllü biri, herkese gözlerinin içi gülerek poz vermeye devam etti. Aydın Hoca ile de sağlı sollu oturup poz verme isteğimize,elbette olur deyince, bu güzel anı makineye kaydetmiş olduk. Aydın hocanın arkasından oturan bizim Fenerbasketçilerle selamlaşıp oradan ayrıldım, gene üst kattaki arkadaşların yanına döndüm. Aydın hocanın dizinin dibine kadar gelip oturmuştum ama tam ikinci devre başlayacakken birşeyler sorarak rahatsız etmek istemedim, hem zaten o anda aklıma bir şeyde gelmedi.

Üst kata tırmanana kadar bayağı terledim, bizim arkadaşlarda patlamış mısır almış sinema moduna bürünmüştü. Bir yandan mısır yiyerek ikinci devredeki güzel oyunu izlemeye başladık. Pota arkası bizim tarafa sesleniyordu, karşılıklı Fenerbahçem benim biricik sevgilim... yapıldı. Bunu vip tarafı ile yaptıklarında fazla bir katılım olmadı, sonra karşı pota arkası ile sağlam bir şekilde yaptılar, iyice gaza gelip bütün salon ayağa diyerek salon geneliyle de yaptılar. Sahadaki oyuncular iyice ortamı coşturuyordu, sinirlenen Erman Kunter önümüzdeki benchte sağa sola bağırıp duruyordu, mola alınca Erman noldu bu hakemlerle olmuyor mu diye seslensekte uzak kalıyorduk. Bizim koç ise Emir ile konuşuyordu ama bu sefer onu haşlamıyordu, iyi performansından dolayı işte böyle oyna dercesine omuzlarından tutup birşeyler söyledi, sırtına vurarak oturttu. Fark on sayı üzerinde bir şekilde periyot bitti, on altı sayıya çıkmıştı.

Son periyot anonscunun başarıyla mücadele eden takımımıza moral alkışı isteğiyle başladı. Bizim olduğumuz kısımlar tezahüratlara pek katılmıyordu, zaten tezahüratların seçilişi bazen garip kaçıyordu, kimisini ise herkesin bilmesi mümkün değildi. Ama ne zamanki takım ilk periyotta rakibe yaklaşırken bütün salon bir gaz anı yaşamıştı. Bunun gibi momentumlar son periyotta üstüste gelen basketlerle yaşanan sevinçlerle biraz daha oluverdi. Hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada... sesleri alkışlarla yükseliyordu. Bir yandan üstüste smaçlarla maça gelenlerin keyfi artmıştı. Bir ara Darius üçlük atınca biz de bayağı sevindik, üçlük attı üçlük attı sonunda diye rahatlamıştık.

Zaman zaman toplu tezahürat için ayağa davetler yapılıyorsa da üst katlardan pek bir kabul görmüyordu, aralarda bir hevesle ayaklanan gençleride sahayı göremeyen başkaları çök çök diyerek hemen oturtmaya uğraşıyordu. Pota arkasındakilerin Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener yapmak istediğini anlamıştım ama tezahürat organizasyonları tam bir rezalet oldu. Oooo bir iki üç diyerek başlattıkları sırada, taraftar tribünündekilerin bir kısmı sarı diye bağırırken, diğer bir kısmı ise milyonlarca taraftarın yanyana... diye girmişti, anlaşmazlıktan dolayı birbirlerine kızıverdiler.

Neyse tekrar bir denemeyle Sarıı diyerek başlayan tezahüratta bize Fener kısmı düşüyordu. Tam salon coşkuyla bunu döndürüyorken, anonscunun bangır bangır sesle oyuncu değişikliklerini oyundan çıkan oyuncu Roko Ukiç... falan diye anons etmesi bir an için sesleri bastırıverdi, yanımdaki arkadaşa işte böyle tezahürat sırasında bu kadar yüksek sesle bir oyuncu değişikliğini anons yapmasına gerek yok ki dedim.

Maçın sonuna geliyorduk, salondan ayrılmalar başlamıştı, yüz yüz sesleri yükseliyordu ama bu defa ulaşmak zor gözüküyordu. Pota arkasındakiler atkıları açıp samanyolu yapmaya başladılar, üstüste hızlı hücumlar, muhteşem smaçlar,asistler yanısıra alley oop denemelerimiz derken maçın sonuna geliverdik, fark ikinci devredeki iştahlı oyunla otuzun üstüne çıkıvermişti,herkes ayaklanıp bu mücadeleyi veren takımı alkışlamaya başladı. Euroleague grubunu ikinci bitirdikleri anons ediliyordu, alkışlanırlarken pota arkasındakilerde takımı çağırıyordu, oraya doğru yönelip sonra soyunma odası koridoruna yöneldiler, keşke 113te olsaydıkta maç bitimi oradan alkışlamak daha keyifli oluyordu.

Karabükten gelen okul arkadaşım ilk defa bu salonda maç izlemişti, senelerce Abdi İpekçi'de çıkış işkencesi çektiğimizden bu salonun ferah ortamından etkilenmişti, özellikle onbine yakın kişinin hızlı bir şekilde bir dakikada dışarı boşalabilmesi çok büyük rahatlıktı. Biz dışarıda gişenin orada Vidmar hayranı arkadaşın gelmesini bekledik, maraton tribünü en önünde maç izleyip oyuncuların yüz ifadelerini bu kadar yakından görmenin keyfinden bahsediyordu, hemde Vidmar ile resim çektirebildiği için havalara uçuyordu.

Daha önceki maçlarda arabayla otoparktan çıkmıştık ama bu sefer ilk defa salondan yaya olarak ayrılıverdim. Metrobüse giderken bizim Fenerbasket ekibini yanlarında başka arkadaşlarıyla 10-15 kişilik bir grup halinde durağın yakınlarında muhabbet çevirirlerken rastlayıverdik, onlarla selamlaştıktan sonra metrobüse yöneldik. Vakit geceyarısına geliyordu, salondan çıkan kalabalığın çoğu bizden önce dağıldığından durak kalabalık değildi. Yolda giderken arkadaşların fikri yemeğe gidince, ani bir kararla Bakırköy'de iniverdik, daha önce gitmediğim Sarıhan Gusto'ya doğru yürüyüverdik. Bu Aziz Yıldırım-Arda diyalogunun geçtiği, Etiler şubesi yeni açılan meşhur işkembecide, arkadaşlar çorba ile yemeğe başlarken ben kokoreçin ekmek arası klasikten daha farklı tarzda menüye sokulabileceğine tanık olup, tortilla ekmekli kokoreç fajita gibi süper bir lezzet ile tanıştım. Tabii yemek falan derken zaman biraz daha ilerleyince Bakırköy-Taksim-Kadıköy dolmuş güzergahıyla saat üçü geçiyorken eve varabildim, ama güzel bir maç üstüne keyifli bir son oldu. Artık gelecek maçlardan sonra da top 16 yı aşıp çeyrek finalleri falan Sütlüce'de uykuluk yiyerek taçlandırmayı planlarımız arasına koyduk.

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler