31 Aralık 2010 Cuma

Galatasaray Cafe Crown - Fenerbahçe Ülker 67-56 (Salondan İzlenimler)












Yıllar yıllar sonra ilk defa erkekler basketbol liginde liderlik görecek olmanın gazıyla Abdi İpekçi Spor Salonunu dolduran taraftarlarının desteğini alan ezeli rakibimize karşı, hakemlerinde kırılma anlarında önemli role sahip olduğu bu sert ortamdan, oyuncularımız mağlup ayrılan taraf oldu.

Daha önceki senelerde de, rakip taraftar yasağı uygulandığı dönem öncesinde de, bu yasakların başlangıcından itibaren de Ahmet Cömet,Ayhan Şahenk,Akatlar,Abdi İpekçi salonlarındaki bu tip ortamlarda maçlara gitmiştim. Derbilerde hem biz evsahibiyken hem de onların sahasındayken nasıl bir tek taraflı nefret ortamı yaratıldığını bildiğimden, karakter olarakta bu ortamı kaldırabilecek bir yapıda olduğumdan bu sefer de gitmekte sakınca görmedim.

Daha önceki senelerde maça beraber gittiğim galatasaraylı arkadaşım gelemediğinden, bu sefer salonlardan tanıdığım Fenerli bir arkadaşın biletleri almasıyla yola düşüverdik. Biz bilet ile ilgili konuşurken, bazı arkadaşlar ise o ortamda rahat olamayacaklarını,öyle hiçbir tepki vermeden maç izlemenin kendileri için zor olduğunu düşünerek gelmek istemediler.

Biletleri alan arkadaşın bir arkadaşı daha olmak üzere üç kişi, tramvay ardından Topkapı'da inerek surlar arasından yürüyerek, eski maç anılarından konuşa konuşa saat yediye doğru salona vardık. Yol boyunca bizim gibi yürüyerek gelen taraftarlar olduğu gibi,taraftar gruplarını taşıyan farklı farklı otobüs ve midibüslerde görmüştük, elbette kaçınılmaz olarak karaborsacılarda onlarla pazarlık edenlerde yok değildi.

Salon etrafında da kalabalık bir ortam vardı, giriş kapılarının uzağında bariyerler kurulup,biletini gösterenleri giriş kapılarına yönlendiriyorlardı. Ama nedense herkes en sol taraftaki kapı önünde kuyruk olmuştu, diğer taraflardaki kapılar bomboştu, biletix gişelerinin camlarına biletler tükenmiştir yazıları yapıştırılmıştı. Otopark tarafına bakınca ise çok kalabalık bir kitlenin orada toplu halde durduğunu gördüm, herhalde bunlar otobüslerle taşınan, biletleri dağıtılacak olan taraftarlardı, otobüsler vardıkça inenlerle beraber oradaki kalabalık iyice genişlemişti.

Bunlar kuyruklara girmeden ortalık iyice kalabalıklaşmadan en iyisi biz girelim dedik, yolda arkadaşı arayan Fenerbahçe tribüncülerinden Şadan ağabeyde geleceğini söyleyince arkadaş dışarda onu beklemek için kaldı. Biz diğer arkadaşla beraber, bilette yazan kapı numarası farklı olduğu halde şansımızı en sağdaki boş taraflarda deneyelim diyerek oraya yöneldik. Görevliler hiçbirşey demeyince, rahat rahat giriş yaptık, kapıdaki görevli bileti yırttıktan sonra, arama yapan poliste çok üstünkörü bir aramayla cebimdeki anahtarlığı bile yoklayıp sormadan geçişime izin verdi, ellerimizdeki bozuk paralarla böyle rahat giriş yapınca yahu iki ay önce burada ayakkabı bile çıkarttırıyorlardı diye düşündüm.

Salon içinde bize en uygun olabilecek yer protokolün sol veya sağ üst kısımları olabilir düşüncesiyle bakıp, bizim takım bench karşısında olan üstlerde bir yere oturuverdik. Nasılsa galatasaray taraftarı henüz bizim taraftarlar kadar bilet elinde koltuk numarasına göre yer bakma aşamalarına gelmiş değildi. Salona girdiğimizde maça bir saat kadar vardı, karşımızdaki maraton tribün dolu sayılırdı, ilerleyen zamanda oraya sıkışanlarla iyice sıkı sıkı merdivenlerde gözükmeyecek şekilde doluverdi. Pota arkaları ise yavaş yavaş dolmaktaydı, pankartlar asıyorlardı, biz girdiğimizde protokol tribünü alt kısımları doluyordu ama üst kısımlar boş sayılırdı, yarım saat sonra oralarda da yer kalmamıştı, saha içi loca koltukları ise bomboştu ama maç vaktine doğru maç boyu en etkili olan bu koltuklarda doluverdi.

İçeri girdiğimizde bizim takımdan altı oyuncu ısınmaktaydı, şut atanlarda vardı, karşı tarafta da aynı şekilde bir kısım oyuncu sahadaydı, zamanla içerden çıkan birkaç kişi daha katılıverdi. Sürekli müzik ve marşlar çalındığından genel olarak herkes sakin bekliyor gözüküyordu. Biz girmeden önce belki bizim oyuncular dağınık halde çıkarken onlara yuhalamalar falan olmuş olabilir, mesela boksör Kinsey sahadaydı, onun sahaya çıkış anını kaçırdım.

Bir yandan müziklerdeki melodilerin nedense her tribünün kullandığı şeyler olduğunu konuşuyorken, zaman ilerliyordu, etrafımızda da rakip taraftarlar yerleşmeye başlamışlardı, biraz daha temkinli laf etmek gerekiyordu. Serbest atış denemeleri yapan Kaya'ya tribünden laf atıyorlardı, en çok sevdikleri isimlerden Mirsad ortada görünmüyordu, tüm takımın ısınmaya çıktığı resmi ısınma periyoduna kadarda gözükmedi. Ukiç değişiklik sırasının üstüne oturup bacaklarını da uzatarak bileklerine masaj tedavi yaptırıyordu. Aydın Örs bir ara çıkış körüğünün orada gözüktü,sahaya baktıktan sonra tekrar içeri gitti.

Ortam böyle hafif geçip gidiyorken, Oğuz sahaya geldiğinde bir uğultu ile ıslıklar yükseliverdi, Oğuz ise yanından geçerken gördüğü evren büker ile gülerek kısa bir sohbet yapıverdi. Tribünün tepkisi farklı olsa da, oyuncular arasındaki ortam böyleydi, sahaya çıkan biri rakip takımdaki arkadaşlarıyla sohbet ederek ısınmaya yöneliyordu. Bu dakikada müziğin kesildiği ilk fırsatta tribünden ilk toplu küfürlü tezahüratı duyuverdim, ananın ..... koyayım Fenerbahçee diyerekten bağırıyorlarken, sonra ilgileri kendi oyuncularına yöneldi, bizim takım elele hepberaber tribüne diyerek orada olan yedi sekiz kişiyi çağırdılar, oyuncular taraftara alkış tutarken vur kır parçala bu maçı kazan sesleri fonda eşlik ediyordu. Aynı şekilde uzak pota arkasındaki az sayıdaki taraftarda takımı çağırınca, önce bir tereddüt eden oyuncular sonra orta sahaya yaklaşıp o tarafa da alkış tuttularç Biraz sonra dj gene cd'yi takarak mohikan marşını çalıverdi, bütün atkıları açarak görsel şov yapmaya koyuldular.

Açıkçası bu salonda yıllarca bir pota arkasına doluşan bizim tribün gruplarına ve yönetim anlayışına kıyasla, Abdi İpekçi'de koca bir maraton tribününde yerleşilerek yapılan her türlü şov ve destek daha bir görsel hitabet yaratıyor diye düşündüm. Neredeyse maçtan bir saat öncesinde salonun o kısmının aktif tribün olacağını bilerek oraya erkenden yerleşilip bütünüyle yer tutulması önemli bir etkendir.

Mohikan şovuyla salondaki ortam bir nebze ısınmıştı, tribün içinde dolaşıp kağıt dağıtan birileri önümüzdekilere de vermişti, onlar okuduktan sonra bize ilettiler. Son oynanan u-17 maçında yaşanan üzücü olaylardan sonra bütün medyanın gözünün bu maçta olduğunu, Fenerli medyanın kirli oyunlarına alet olmamak için herkesin daha dikkatli olması gerektiği, provokasyonlara kapılmadan sadece takımı destekleyelim vs.vs. yazan ultraslan imzalı bir açıklamaydı, bunu salondaki herkese okutmaya uğraşıyorlardı. Daha sonra bu kağıtlar sahaya uçak yapılarak atılmaya başlandı, gerçi bizim stadlarda salonlarda da yapıldığından sadece onları eleştirmek için yazmış olmayayım, nasılsa aynı ülkede aynı sistemde yetişmiş kafaların o yukarıdan salladıkları uçaklar aşağılarda birinin gözüne gelirmi sakatlar mı umrunda olmadığı belli.

U-17 maçındaki saldırı olaylarıyla ilgili daha provoke edici yada özür dileyici herhangi bir pankartın salonda açıldığını ben görmedim, gençlerin maçında yaşanan olaylardan sonra alınan güvenlik önlemlerinde ise herhangi bir derbi ortamından farklı olağandışı birşeyde hissetmedim. Geçen seneki olaylı basket derbisinden farklı olarak bu defa saha içi koltuklardan bizim bench arkasında olanlar da kaldırılmıştı. Ne merdiven aralarında ne de tribünlerin en ön sıralarında özel güvenlikçiler yoktu. Bizim maçlarımızda kendi salonlarımızda yapılan uygulamalar, en ön bir sıranın boşaltılıp özel güvenlikçilerin oturtulması vs. yoktu. Özel güvenlikçilerin büyük çoğunluğu maç öncesi ısınmalardan itibaren bütün sahayı çevreleyecek şekilde ayakta duruyorlardı, bizim bench arkasında tribün ile arada kalan boş kısıma on-onbeş tane çevik kuvvet dizildi, bunların dışında özel güvenlikçilerde yerleştirildi, bunlar maç oynanırken yere çömelerek takip ediyorlardı.

Tribünler yavaş yavaş doluluk oranını bulurken evsahibi bench arkasında toplanan kitleden doping yapsana doping yapsana... tezahüratı duyuldu, kendi takımlarının geçen seneki skandalını unutan balık hafızalılar gündemden uzak kalmadılar. Sahada yarım takım halinde ısınan bizim oyuncular soyunma odasına giderken kalan birkaç gs oyuncusu bizim potaya doğru da yönelerek şut atmaya başladı. Bu arada rancik maraton tribün önünden geçerken oradakileri susturup üçlü çektirdi, bu eleman bu işlere iyi adapte olmuş, zaten geçen seneki maçta görmüştüm maç sonu keyifle her bir tribüne ayrı ayrı üçlü çektiriyordu. Üçlü laylayla..aall cimbombooom diye başlayıp ....koyayım Feeenerbahçee diye tamamlandı.

Kendileride bir sponsor destekli takım olarak dört-beş senedir söyledikleri halde anca bu sene icraat edeceklerinin gazına kapıldıkları besteyi tribünler arasında karşılıklı söylemeye başladılar. Baskette bu sene tarih yazalım, kupaları çirkeflere bırakmayalım, ne efes ne ülker ne de telekom, haydi bastır cimbombom sensin şampiyon... şeklinde maratondan idare ile karşılıklı yaptılar. Yaklaşık onbeş dakika sonra tekrar bunu yaptılar, maç içinde de fırsat bulunca söylediler. Bunun ardından girdikleri "hani o hastaneye taşındığınız günler..." bestesini de herhalde akıllarına başka birşey gelmeyince on dakika sonra tekrar giriverdiler, biraz beste kıtlıkları var sanırım, ama en azından yıllardır aynı şeyleri söyleye söyleye herkeste ezberlemiş, adam üç sene maça gitmese bile salona geldiğinde aynı şeyleri söyleyebiliyor, bizim tribünde ise her maç yeni birsürü şey söylenince, seyirci kısmının bunları öğrenip katılım göstermesi çok zor oluyor.

İlgi çekici tek beste Grup Yorumun Haklıyız Kazanacağız şarkısına yaptıkları beste olsada ilk giriş kısmı zaten bilinen cimbombomum sen çok yaşa... diye giden sözler olunca çok yavan geldi, sonlarına doğru da küfürler içeriyordu. Bunların yaptığına kıyasla yıllar öncesinden Vamos Bien'lilerin yaptığı düzenlemenin çok daha etkileyici olduğunu kendi aramızda konuşuyorduk. Bir ara aşağılarda birine fotomuhabirlerinin ilgisi yönelmişti, resimlerini çekiyorlardı, birazdan bütün salon ayaklanıp oraya doğru arda arda turan,büyük büyük kaptan diye tezahüratlar etmeye başlayınca kim olduğunu anladık, bir gün kendisine küfür eden bir gün yalayan taraftarlarına el sallayarak selamladı. Bugün salonda lan arda sen de mi buradasın diyecek biri yoktu. Meğersem Fenerbahçeli yöneticilerden sadece birkaç tanesi gelmiş.

Bir yandan çalınan marşlar, söylenen şarkılar derken, sürekli salon genel görünümünün yansıtıldığı skorborddaki ekrana bizim takımın soyunma odası koridorlarında toplandığı anı verdiler. Oyuncular toplu halde omuz omuza gelip kaptan Ömer'in çevresinde motivasyon konuşmasını yapıyorlardı. Ekrandan bunu gören gs taraftarından ıslıklar yükselip, Fener pabucu yarım çık dışarıya oynayalım sesleri yükselmeye başladı. Skorbord ekranındaki görüntü tekrar salon genel görüntüsüne çevirildi. Oyuncular son ısınma periyodu için tam takım halinde sahaya çıkarken, körük çevresindekilerden biraz hareketlilik olunca güvenlik görevlileride kalkanlarını siper ettiler.

Bizim bench tarafındaki yarı sahanın ortasına toplanan oyuncular eller ortada Fener çekip dağılırken, bütün salondan toplu halde hepiniz o..... çocuğusunuz sesleri yükseliyordu. Sonrasında tribünlerden içim rahat etmiyor Fenere koy mayınca.. diye tempo tutmaya başladılar. Fenerbahçe çocukları,Fenerbahçe çocukları o..... çocukları... diye devam ederlerken belini kıvırtarak ayakta ısınma hareketleri yapan Mirsad'a ilgi yönelttiler. Kollar havada yuvarlak şeklinde oğlan oğlan Mirsad.. diye tempo tutuyorlardı, Mirsad bunların karşısında istifini bozmadan aynı hareketlere devam etti, üstündeki eşofmanı çıkartınca karşı tribün oooley diye tempo tuttu.

Oralardan bazı oyunculara laf sataşmalar falan devam ederken kendi takımları anons edilince, alkışlar sonrası re re ra ra ra.. tezahüratları yankılanmaya başladı. Tribünün evsahibi bench arkasındaki kısımından oyuncular çağırılmaya başlanınca, maraton tribünü diğer kısımları da bunlara uydu. İçlerinden önce ermal tribüne çağırıldı, sonra evren çağırıldı, rancik çağırılınca birkez daha üçlü çektirdi.. Bu arada Ömer Onan maçın hakemleriyle selamlaşıp ayaküstü konuşuyordu.

Üstün müzik kapasitelerini sergileyerek bütün salon coşkuyla opera yaptılar, yar...... ye Fener haykırışları sonlanınca bütün salon ayağa sesleri geldi.
Daha öncede bir tezahürat için salonu ayaklandırmak istemişlerdi, ayağa kalkmayan Fenerli olsun seslerine biz gülümsedik, oturduğumuz protokol tribün sol kısmında, bunların önceki tezahüratında ayağa kalktıktan sonra ikinci üçüncü defa böyle ayağa kaldırma ısrarlarını kaale almayan galatasaraylılarda vardı. Karşı taraftan omuz omuza diyorlardı, sonra bir iki üç deyip kasap havasıyla zıplayacaklarken tribünün diğer yarısı bunu üçlü çekiyormuş gibi algılayınca, komik bir görüntü oldu, sesler birbirine karışmış halde zıplıyorlardı.

Bizim stadta ikibinlerin başında yaptığımız omuz omuzalarda da sarının yanına lacivert koyduk... sözlerini söyleyerek yapardık ama ilerleyen zamanda ne olduysa şimdi ki gibi kuru bir laylaya döndü, ama galatasaraylılar hala sözlerini söylerek yapıyorlar.

Maç vakti yaklaşıyordu ama bizim dışarda olan tanıdıklar hala girmemişti, biz yer tutuyorsakta etrafımızda en üstlere kadar her yer dolmuştu, sadece pota arkasının skorbord arkalarındaki en üstlerinde boşluklar kalmıştı. Anlaşılan bu oturduğumuz yer maçı izlemek açısından daha uygun olsa da, dört beş Fenerlinin bir arada durması için pek rahat bir yer olmayacaktı.

Takım kadroları anons edileceği vakit büyük bir gürültü ile bizim oyuncularımız ıslıklanmaya başlandı, sonrasında kendi oyuncuları alkış tempoları arasında isimleri okunarak sıralandı. Yalnız salondakiler herhalde bütün oyuncularını iyi tanımıyordu ki, bazı isimler sessiz geçilirken bazı bilindik isimlerde herkes adını haykırabiliyordu.

Bütün salon ayaklanıp hava atışı zamanı üçlü çekmek için bekliyordu, maç öncesi şikayet etmeye başlayarak baskıya aldıkları hakem engin kennerman maçı başlatıverdi. Ukiç'in gözyaşı damlası üstüne Ömer'in üçlüğü bizim önümüzden sokması ile 0-5 lik seri ile giriş yaptık. Top bize geçtiği gibi ıslıklamaya başlıyorlardı, top kendilerine geçince arman için oyna,forman için oyna... diye gevşek gevşek giderlerken blok yiyerekten iyice geriliverdiler, salondakileri sıkıntı basarken ilk sayıyı bir süre sonra bulma başarısı gösterdiler.

Bu arada diğer arkadaş Şadan ağabey ile beraber salona girince, bizim olduğumuz kısımda durmak yerine daha rahat olan pota arkasının en üstüne geçelim dedik. Şadan ağabey protokoldeki tanıdık idareciler vasıtasıyla içeri girmiş, bizim yöneticiler bile bu ortamda gerginlikten çekinip dışarıya kafalarını zor uzatıyorlarmış. Biz pota arkası üstünde daha kötü bir açıdan maçı izliyor olsakta, daha rahat bir şekilde konuşabiliyorduk, zaman zaman salondakiler hakeme kendi oyuncularına sallarken biz de katılıp deşarj oluyorduk.

Maçın ilk kısmında sayı bulmada daha becerikli olunca farkın açılmasıyla hemen mola almak zorunda kaldılar, tribünlerdekilerin gazı sönüyordu. Bunu hisseden oktay mahmudi ve oyuncuları ateşi sürekli körüklemek için herşeye abartılı itiraz ederek en azından bir baskı ortamı kurmaya oynuyorlardı. Fark ona çıkmışken biraz daha bu seviyeyi koruyup ortamı soğutabilsek herşey çok daha rahat olacaktı. Sayıları bulamadıkça anlık reaksiyonlarla kendi oyuncularına tepkiler vermeye başlıyorlardı, rakip taraftarı uyandırmadan işi götürmek bizim işimize gelecekti.

Ancak mola sonrasında sayı bulamayan rakibe yardımcı olarak hakemlerin faulleri devreye giriverdi, üstlerindeki tutukluğu aşıp, bizim de bir iki hücum üstüste hata yapmamızla buldukları hızlı hücumları sayı yapıp, henüz uyuyan taraftarıda oyuna kattılar. Fark hızla kapandı, bundan sonrası artık kendi kalite ve tecrübemizi ne kadar sahaya yansıtabileceğimize göre belli olacaktı. Bizim için Fenere de koy, cimbom koy... diye bütün herkes ayaklanmıştı.

Uzaktan salonun genel görünümüne bakınca, saha içi koltukların ne kadar stratejik önemde olduğunu daha iyi farkediverdik. Oradakiler ayaklanmış halde öne yığılıp, defans yapan oyuncularını sürekli el kol hareketleriyle haydi çal topu, bas adama gibi bağırışlarla teşvik ediyorlardı. En ufak bir hakem kararına abartılı tepkilerle ortamın gerilim dozajını artırıyorlardı, biraz basketboldan anlayan bilinçli bir fanatik kitleyi oraya konumlandırırsanız gerçekten işin önemli bir kısmını halletmiş oluyorsunuz. Her ne kadar tribünde tezahüratlar yukarıdan aşağıya yansıyorsa da, sahaya baskı işleri sahaya en yakın yerden aşağıdan başlayarak yukarıdakilere de yansımaktaydı. Protokol önündeki bu saha içi koltukların ortalarında bir yerde kendine has saç stilinden ışıl alben'in de formasıyla orada olduğunu gördüm. Aynı şekilde saha içi koltukları bench arkasında olan kısmı da molalarda gelen takıma moral motivasyon bakımından önemli bir noktaydı.

Buradaki saha içi koltuklardakilerin faydasını Şadan ağabeyde görmüştü, bizim yöneticilere sinirle söyleniyordu, bizimkiler en önemli yerleri pahalı kombine yapıp seyircilere versin, anca bunu beceriyorlar diyordu. Gerçi buradaki kitle de salondaki genel taraftar profiline benzemiyordu ama oldukça iyi baskı kuruyorlardı, en azından bizim salonlarda da sahaya yakın oturanların biraz daha aktif çaba içinde olması lazım diye konuştuk. Elbette bu işler biraz yönetim anlayışına göre şekilleniyordu, şimdi bunlar bu derbiye biletix hizmet bedelleri dahil olarak 7-12 liradan bilet satıyor, Sami Yen'in oradan taraftar gruplarına 5 liraya otobüs gidiş geliş+bilet organizasyonu yapıyorlarken ; bizim yönetim herhalde gelecek derbide taraftar kart öncelikli limitli bilet satışı ile 10-20-30 liralık bilet fiyatları belirler, bu şartlarda salona gelenlerin profili de farklılık gösterir. Yoksa bizde bu aynı salonda çok değil, üç dört sene önce nasıl agresif derbi atmosferleri yarattığımızı çok iyi hatırlıyorum.

Tam maça güzel girmişken, ortamın ateşlenmesine fırsat verecek hatalarla periyodu tamamlamak canımızı sıkmıştı, adamlar suskunlaşıyorken bütün salon işin içine katılmıştı. Maraton tribün zaten ayaktaydı, pota arkaları da keza öyle, ama protokolün sağ ve solundaki tribünler, aşağısı üstü herkes ayakta izliyordu. Geçen sene rahat rahat maç boyu oturarak izlediğim tarafa göz attım ki oradası da ayaktaydı, yani bugün içlerinde biraz daha heyecan vardı ki, bunu kontrol altında tutup sahaya yansıtmalarına fırsat vermemeliydik. Ne yazık ki 5-15 lik skordan sonrasında işler bizim istediğimiz gibi gitmedi.

Gerilen ortamda kendisine verilmeyen faullerin hıncıyla smacı basıp potada sallanan Oğuz'a tepkiler oldu, üstüne Mirsad faul atmaya gelince bizim aşağılarımızdan bir yerden sahaya ses bombası atılıverince, oyun kısa bir süreliğine durdu, anonslar yapılıyordu. Polis kameraları ve güvenlik sorumluları pota arkası tribüne yönelip nereden atıldığını tespit etmeye çalışıyorlardı, bu polisler şimdi yukarıda renksiz renksiz duran bizlere bulaşmasın diye düşündük. Orada beş kişilik bir deplasman tribünü kurmuştuk.

Sürekli oyuncu değişiklikleriyle hücumda yaşadığımız sıkıntıları aşmaya çalışıyorduk ama giren çıkan kimseden istikrarlı bir şekilde verim alacağımız bir el çıkmadı, çok zor sayılar bulmaya başladık, savunmaların sertliği ve hakemlerin buna vereceği düdüklere göre şekilleniyorduk. Taraftarlar tezahürat ediyorken eğer kendi oyuncuları faul kullanıyorsa, o taraftaki pota arkası el kol hareketlerini bırakıp duraklıyordu, zaman zamanda bütün salon geneline parmak işaretleri dudakta, şşşt şşt diyerek sessizlik yayılıyordu, tabii buna uymayıp tezahürata devam edenler vardı.

Biz topu pota altına Oğuz'a indirmeye çabalarken, rakipte ona top aldırmamak için itip kakıyordu, bu mücadeleler taraftarında büyük tepkilerine yol açıyordu, hakem ne zaman ağzını düdüğe götürse büyük tepki çekiyordu. Maç boyu defalarca hakem ne oluyor .ötün başın oynuyor diye bağırdılar, biz de hakemlerden memnun olmadığımız için bu tezahürata katılıyorduk. Basketbol ile voleybol arasındaki ince bir farkta burada yatıyor, bu tezahüratı voleybol salonunda yapsanız hakem ilk duyduğu anda anons yaptırırdı. Maç boyu toplu küfürlere falan hakem üçlüsü kulaklarını tıkayıp maçı bitirmek için uğraştılar,zaten maç sonunda da salondan kaçırırcasına uzaklaştırıldılar.

Devrenin sonunda bulduğumuz sayılarla önde tamamlayıvermemiz, galatasaray taraftarının hoşuna gitmemişti, soyunma odasına giden oyunculara bozuk paralar atılıyordu. Biz de devre arası değerlendirmede işlerin pek iyi gitmediğini konuşuyorduk, Ukiç'in çıktığı anlarda fark bir anda erimişti, diğer oyunculardan birileri devreye girse rahatlayacaktık. Salona yavaştan bir sis dumanı hakim olmaya başladı. Bu salonda yıllarca maç izlediysemde pota arkasının en üstünden hiç izlememiştim, salona geç girip yer bulamayan, baba-çocuk, kızlı erkekli gruplar gibi fazla fanatik olmayan bir kitle vardı yakınlarımızda. İlk başlarda değilse de herhalde maçın ikinci devresi somurtan surat ifadelerimizden ve aramızdaki konuşmalardan bizim Fenerli olduğumuzu iyice anlamışlardır.

Devre arasında hiçbir animasyon şov,dansçılar, ortada ödül vermek için gezinen cazgır bir anonscu,potaya basket atma yarışmaları vs. hiçbirşey olmadan çok yalın bir şekilde geçiverdi. Aramızdaki Fenerlilerden biri kamerasıyla salondan çekimler yapıyordu, Şadan ağabey ile röportaj gibi bir çekim yapıyordu, önde olmamızın verdiği keyifle biraz makara oldu. Maç boyu bayağı uzun çekimler yaptıysa da işin en ateşli kısmında Neven Spahija'nın teknik faul sürecinde, kamerayı elinden bıraktığından o anları kaçırdı.

Bizim oyuncular devre arası şut atmak için gelince gene tepkiler yükseldi. İkinci devre için takımlar sahaya yerleşti, bizim takım bize uzak olan potaya hücum edecekti. Üstüste kaçan faul atışları bizi kızdırdı, Şadan ağabey pota arkalarındakilerin yaş ortalamasına dikkat çekti, bak bizim maçlarda pota arkası önlerinde çoluk çocuk doluyor, bunlarda biraz daha yaşça büyükler gözüküyor diyordu. Anonscunun söylemesinden önce eller kollar havalanıyordu.

Karşılarında rakip taraftar da olmayınca sahaya daha fazla konsantre olan galatasaraylılar ikinci devre baskılarını iyice yoğunlaştırdılar. Karşılıklı sayılar geliyordu, saldııır saldır galatasarayım.. seslerini Kinsey'in bir smacı kesiverdi, bizde keyiflenmiş sanki ona kızıyormuş gibi nereye sokuyon sen öyle diye bağırıyorduk. Ama herhalde bu son keyiflendiğimiz andı, buradan sonrası işler terse sardı. Koçları orta sahanın oradaki basit bir faul için sportmenlik dışı diye yırtınıyordu, bunu gören taraftarlarda aynı tepkiyi yükseltiyordu. Adam uzun bir süre hakemlere işaret yapıp durdu, belinden sardı diye taklit edip, ayakta kendi vücudunu geriye yaslayıp zıplıyordu, zıplaya zıplaya çizgiyi bile geçti, hakemler ise gelip uyardı gittiler.

Savunmada onları sıkıştırıp zorlama atışa yöneltiyorduk, süreyi tüketiyorlardı, kaç defa iki üç saniye kala attıkları üçlüklerle oyuna tutunuverdiler, bir türlü kopamadık, hücumda felaket atışlar yapmaya başladık, üçüncü periyot sonuna doğru skorda üstünlük bizde olsa da, son saniyelerde buldukları bir üçlükle daha artık ivme onlara geçmişti. Biz de sinirlenmiştik, faul hakkımız varken neden böyle atış fırsatı sunuyorlar diye anlam veremiyorduk. Milyonlarca taraftarın yanyana... tezahüratını kendi tarzlarında söylüyorlardı.

Ortam bizim aleyhimize olduğundan hakemlerin şaşkaloz tavırlarıyla ne yapacakları belli olmazdı. Bir bakıyorsunuz topun kimden çıktığını süzemeyip arkadan ayaklanan taraftarların baskısını hissederek bizim oyuncuya sen temas ettin değil mi diye itiraf ettirmeye uğraşıyorlardı. Bir bakıyorsun yapılan faulün kime olduğunu iki hakem farklı işaret ediyordu, içeriye topla dalmaya kalksan dayak yiyerek duvara tosluyorduk, elleriyle yuvarlayarak topa topa işaretleriyle hemen uzaklaşıyorlardı, bizim yedek benchinde sinir katsayısı tavan yapmıştı. Elbette evsahibi takımda teknik ekibiyle oyuncusuyla taraftarını provoke ederek arkasına almak için avantajlarını kullanıyordu.
Son periyot bu sinir mücadelesinin kaybeden tarafı olduk.
Biz olduğumuz yerden maça bakınca o saha içindeki taraftarların bir düdükle oluşan tepkilerinin nasıl patladığını daha iyi görüyorduk. Sonra her kaybettiğimiz topla hakeme serzenişte bulunurken onların duraksamadan topu getirip potamıza bırakmaları, üstüne bütün salonda yaşanan sevinç, girilen tezahüratların artan coşkusu derken son periyot bu sinir mücadelesinin kaybeden tarafı olduk.

Bu maçın kırılma anı ise aldığımız teknik faul ile oldu. Rakip pota çok uzağımızda olduğundan ne olduğunu anlayamazken Ömer Onan hakemlere veryansın ediyordu, top bizim tarafa doğru hızlı hücumla taşınırken bir baktım takım elbiseli birisi potanın altına kadar gelmiş bağırıyor. İnanılmaz bir görüntüydü, bizim koç verilmeyen faul ile delirmiş bir şekilde oradaki hakeme itiraz ederek yerine dönüyordu. Böyle kritik bir anda teknik faul alacağı belliydi, zaten onu farkeden tribünlerinde yoğun tepkilerini çekerken, hakem teknik faul işaretini gösteriyordu. Gerginleşen ortam ile bizim bench arkasından su şişesi ve metal parçaların, bozuk paraların sahaya atıldığını gördüm. Uğultular iyice artmıştı, Spahija hem hakemlere isyan edip bağırıp çağırıyordu hem de masaya doğru yöneldi, onlardan mola istediğini hala mola vermediklerini sert bir şekilde gösteriyordu. Masadaki federasyon görevlisi emir turam'da sinirlenip ona doğru ayağa kalkıverdi.

Koç ve oyuncuların hakemlere bu haklı tepkileri uzadıkça salondaki tansiyon iyice yükselmişti, küfürler eşliğinde yabancı maddeler yağıyordu, bir büyük şişenin ıska geçtiğini gördüm. Bunca şey atıldıktan sonra oktay mahmudi ortaya fırlayıp taraftarları sakinleştirme rolüne büründü. S....miş Fenerbahçe, hepiniz o.çocuğusunuz sesleri üstüne haydi haydi allahaşkına Fenerbahçe .içleri dönsün şaşkına diye kudurmuş bir şekilde bağırmaya başladılar. Gerçi benzer bir koç tepkisini ve Ömer Onan'ın haklı olan ısrarcı itirazlarını bizim salonda da görsek herhalde sağlam bir tepki ile karşılanırdı, ama bunlar fırsattan istifade sahaya yabancı madde yağdırıp bütün kinlerini boşaltıvermeye koyuldular. Eyyamcı hakemler ise işi daha fazla kastırmamak için Ömer'e teknik faul vermeye cesaret edemediler.

Bu arada bizim olduğumuz yerin az aşağısında taraftarlar arasında bir kavga çıkıverdi, tahrik oldukları bahanesiyle sahaya yabancı madde sallayanların bazılarını ceza alınacak diye engellemeye çalışanlar ile bunlara ters karşılık verenler bir itiş kakış birbirlerine girdiler, bir süre sonra araya girenler orayı sakinleştirdi.

Böylesine tecrübeli bir koçun bu ortamda nasıl kontrolünü kaybettiğine şaşırmıştık, en kritik zamanda rakibe verilen bu fırsatla iyice geriye düşüp skorda kovalayan taraf olduk. Faul problemleri olduğundan topu içeri Oğuz'a indirip birşeyler yapmaya çalışıyorduk, Ukiç yorulmuş gibiydi eli belinde soluklanıyordu. Ömer skorda katkısına rağmen hakemlerin kararları sonrası yaptığı hırs terse tepti. Beş farklı öndeyken yaşanan bütün olumsuz gelişmelerle beş fark geriye düşmüştük. Diğer oyunculardan direnebilen birileri de çıkmayınca oyunun geri kalan kısmı onlar için çok daha keyifli geçti.

Mehter marşı ile Fenerbahçe köpeğine... diye bağıraraktan iyice coştular ki, böyle bir momentumda bütün salonun katılımı olağan birşey zaten. Bu coşkuyu arkasına alan oyunculardan özellikle tutku ağırlığını koyup yaptığı asistlerle bizim boşluklarımızı değerlendirerek skorda yakalama hamlesi yapmamıza fırsat bırakmadı. Maçın son anlarını izlemek biraz ızdırap vericiydi ama sabırla dayandık, üçlü çektiler, gene bu sene baskette tarih yazalım tezahüratını yaptılar, bütün salon koyduk mu melodisi yapmak üzereydi ama ilk başta farklı noktalarla senkronizasyon problemi oldu, değişik sesler birbirine karıştı. Biraz daha sonra ise maratondakilere uyarak maçın son dakikasında hızlı bir şekilde nevizade gecelerini söylemeye başladılar.

Bizim on sayıya çıkan fark ile maçın kırılmasına Emir'in üçlüğü ile son bir yapıştırma hamlemiz ardından sonraki hücum tekrar potadan falan sekip Emir'in elinden son anda giden şutun girmemesiyle noktayı koyduk. Montları giyip hadi çıkalım diyenlere durun bizim oyuncuların salondan çıkışını da izleyelim dedim. Onlar son hücumu da üçlükle değerlendirip pastanın kreması üzerine kirazı da koydular. Maç biterken gene koyduk mu melodisini yapıyorlardı, bu sefer maratona uyarak daha uyumlu yaptılar. Maçın bitimi ardından oyuncular birbirlerini tebrik ederken, maçın hakemlerini ne olduğunu anlamadan birileri arkalarından ittirerek salon dışına koşturmaya koyuldu, bizim oyuncuların onlara yanaşmasına fırsat vermediler. Zaten çıkışa doğru yönelen oyunculara yabancı madde yağmaya başlamıştı, havluları kafaya sarıp gidiyorlardı, atan attıktan sonra oktay mahmudi gene ortaya dikildi, maraton tribünündekilere doğru yapmayın diye işaretler yapıyordu. Çıkış körüğü açılarak oyuncular polis kalkanları arasında sahadan ayrıldı, geçen seneki kadar çöp kovası vb cisimler atılmadı, bozuk paralar ve birkaç şişe ardından biraz da oyuncu ve koçlarının sakinleştirmesiyle kendi eğlencelerine döndüler.

Biz daha herkes salondan ayrılmayıp kutlama yapıyorken, hızlı bir şekilde çıkalım diye hareketlendik, bunların oyuncuları saha ortasında kenetlenirken rancik maraton tribünü önüne parmağı dudağında gelip sessizlik ardından üçlü çektirirken biz de salon çıkışına yönelmiştik. Koridordan son bir bakış attığımda ermal herkesi bir araya çağırıp herhalde gene taraftarla birşey yapacaktı.

Arabasıyla gelen renktaşın, karşıya geçerken bizleri güzergah üzerinde bırakma teklifiyle, onun arabasıyla hızlı bir şekilde otoparktan çıkıverdik, içerideki kalabalık kitle hala kutlama yaptığından çıkış trafiğine takılmadık. Tabii arabaya bindikten sonra, mağlubiyet ardından maçla ve takımla ilgili eleştiriler yapa yapa gidiverdik. Bunun yanısıra bizim taraftar ve yönetim konusunda da dertlenmedik değil.

Salondaki atmosferde onların Fenerbahçe galibiyetlerine çok daha aç olması, yıllarca baskette zirveye uzak kalmaları, gelen seyirci profilinin çoğunluğunun ayakta maçı takip edecek kadar heyecan içinde olduklarını konuştuk. Bizim taraftarımız ise her branşta alınan galibiyetlerle daha doymuş hislerle salona gelirken, bir de yıllar içinde yerleşen alışkanlıklarla seyircilerin bilet numaralarına göre koltuk yeri tartışmaları, bir heyecanla ayaklananların da arkalardan çök çök diye seslerle şevklerinin kırılması bir derbi atmosferine gerçekten tezat oluşturuyor. Tabii işin bir de diğer tarafı var ki, evsahibi olduğumuz maçlarda biz genelde erkenden kurulan baskı ile farkı açıp daha bir rehavete kapılıyoruz, maçın seyri ile tribünü idare edenlerin tavırları da değişken olabiliyor. Bugün hakemler bizim skorda uzaklaşmamıza müsaade etmedikleri süreçte galatasaray taraftarını da maçtan kopartmamız mümkün olmadı, sürekli bir itiraz tahrik ortamı ile baskıya yöneltildiler ve etkili de oldular. Bizim kendi sahamızda iken güç farkını skora yansıtmamız sonrası bu kadar efor sarfetmemize gerek olmayabiliyor.

Neyse artık kısmetse bu maçın rövanşında salonda olup, kendi derbi atmosferimizle galibiyet keyfini çıkarmayı bekleyeceğiz.

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler