23 Ekim 2010 Cumartesi

Fenerbahçe Ülker - Lietuvos Rytas 86-69 (Salondan İzlenimler)

Salona ilk defa gittiğim için her ne kadar zamanında Ahmet Cömert'e birkaç kere derbiler için gittiğimden kabaca yerini biliyor olsam da ayak alışkanlığımız olmayan bir bölgedeydi. Ben Avcılar kampüsünde öğrenciyken yapımı nedeniyle çilesini çekip sefasını süremediğimiz metrobüs hattını kullanarak gideyim dedim.

Söğütlüçeşme'de başlangıç durağından tam 18.00'da kalkan metrobüs köprüdeki trafiği aşıp Zincirlikuyu'ya vardığında saat 18.20 olmuştu. Ücretsiz aktarma ardından gene araçta oturma fırsatı bularak rahat bir şekilde Şirinevler durağına vardığımızda ise saat 18.55'ti. Yani ilk duraktan oraya artı eksi 55 dakikada varılabiliyor.

Duraktan inip Ataköy'deki siteler içinde yürümeye başlayınca Dünya Şampiyonası için yapıldığı söylenen kestirme yolu o akşam karanlığı içinde farkedemedim. Yaklaşık 15 dakika yürüdükten sonra salona varabildim, bu da toplamda bir saat on dakikalık bir yolculuk ediyor ama buna evden söğütlüçeşmeye gidişi katmıyorum.

Salonun önündeki geniş alan ve ortasında havuzdan oluşan peyzaj düzenlemesi çok ferah görünümdeydi. Etrafta tribün gibi düzenlenmiş oturma gruplarında bekleyen taraftarlar vardı. Yanyana dizilmiş bilet gişeleri de çok sayıdaydı ancak rakip taraftarla güvenlik için ayrılmış maç ortamları sözkonusu olsa diğer tarafta da kullanılacak gişeler var mı bilmiyorum.

Dışarda arkadaşlarla uzun süre sohbet ede ede zaman geçirirken Ömer Koçsan'ı görüverdim. Ömer ağabeyle ayaküstü kısa süre konuşup keşke televizyonda kalıp İlker(Marko) ile beraber düşündükleri programları yapabilselerdi dedim. Kulübün kendi televizyonunda taraftarlarını basketbol konusunda daha fazla bilinçlendirebileceklerine inanıyordum ama her işi bilen idarecilerimizin takdiri bu yönde olmuş.

Salon içine girip biraz etrafı keşfedelim dedik ama girişteki görevliler herkesi biletindeki yazan kapı numaralarına göre yönlendirince, biletinde farklı numara yazan arkadaşlar farklı kapılara yöneldiler, daha sonra koca salonda herkesin birbirini bulması bayağı zaman aldı. Girişte turnikeler yoktu ama ellerinde portatif barkod okuyucular olan görevliler biletleri okutuyorlardı, yapılan aramalar ise çok hafifti. Ancak maç sonrası duyduğuma göre kapıda çantalarında getirdikleri parfümleri emanete alınan bazı hanımefendiler maç bitimi geri almaya gittiklerinde parfümün yerine havasını bulunca sinirlenip güvenlik ver emniyet görevlileriyle tartışmaya başlamışlar. Bunun üzerine o tarafta bazı taraftarlarla ayaküstü salondaki yerleşim hakkında konuşan Aziz Yıldırım ve Semih Özsoy'da tartışmaları duyup onlara müdahale etmiş. Parfüm için tartışan grup içinden kendisini görüp şikayete koyulan erkeklerden birinin üstündeki lisanssız ürünü görüp, sen sesini çıkartamazsın, önce lisanslı forma giy diyerek bu konudaki cinsliğini gene ortaya koyuvermiş. Bizim arkadaşlara ise pota arkasındaki o devasa yer kaplayan medya bölümünü kaldırtacağını orada taraftara yer vereceklerini söylemiş.

Maç öncesi salona ilk girişte bakınca etrafın ne kadar aydınlık olduğu dikkat çekiciydi. Abdi İpekçi'de karanlık kalan tribünlere kıyasla burada ışık düzeni her noktanın net görülebilir olmasını sağlıyordu. Koridorlar geniş ama duvarlar falan çıplaktı, üst katta büfelerin neredeyse hepsi kapalıydı. Salonu tavaf edip sahanın nerelerden nasıl göründüğünü inceledikten sonra ben en çok bizim bench yakını çaprazda kalan balkon gibi 114 nolu köşeyi beğendim. Orası düşük fiyat kategorisi olsa yada bilinçli bir grup taraftar alıp yerleşebilse benchteki takımı gazlamak için çok etkili bir nokta olabilirdi. Aynı şekilde ters taraftada köşe kısım güzeldi ama orası bizim benche uzak kalıyor. Bench arkası olan sahaya yakın maraton tribün ise 250 liralık kombinelerden. Onun üstündeki katta 100 liralık (maç bileti olarakta 5 liralık) çok güzel yerler mevcut ancak buralar her ne kadar maç izleme bakımından sahayı görmede problemsiz olsa da sahaya etki için biraz orta mesafeli kalıyor. Onunda yukarıları en üst kısımlar ise anca full çekilebilecek maç günleri olursa geç kalanlarca doldurulur.

Salon içi geze geze vip tribünü üstünde kalan ve de protokol localarınında üstünde olan yerlere yerleşiverdik. Salonun inşa düzeni o üst kattan oturduğun yerden bakınca sahayı net gösterirken, aşağıdaki tribünü hiç göremiyorsun. Aynı şekilde aşağı tribünde oturduğun yerden arkanı dönüp yukarı bakınca da üst katta kim var kim yok haberin olmuyor, tek kafa bile gözükmüyor. Biz üstteyken maçın başlama saatinde elinde telsiz olan bir görevli aralarda gezerek herkese alt tribünün boş olduğunu oraya geçebileceğimizi duyuruverdi. Sahaya daha yakın olma amacıyla bizde aşağıya gidip vip tribüne geçiş yaptık. Benim tahminim büyük ihtimalle maç saati protokole yerleşen başkan veya yöneticilerden alt tribünün boş olması dikkatlerini çekmiştir. Onlarda üstteki taraftarların aşağıya alınması talimatı gelmiştir.

Maç öncesi Damir Mrsiç'e plaket takdimi ile yapılan törende bütün salonun uzun süre ayakta alkışları çok güzeldi ama eksik kalan Damir Mrsic oley tezahüratları oldu. Zira yeni salona doğru düzgün alışıp yerleşen bir taraftar topluluğu göze çarpmıyordu. Pota arkasında Genç Fenerbahçeliler pankartı boydan boya asılmıştı ancak oralarda köşede az sayıda çoluk çocuk duruyordu. Zaten ilerleyen sürede de orada bağırmaya toplanan 150-200 tane genç haricinde salonda tezahürat yapan kitle olmadı, bunlarda başlarında pek görmediğimiz birileriyle kafalarına göre idare edilince yaşı ortalama üstü olan kimse pota arkasına gidipte şunlara katılayım demedi.

Salon içinde dağınık yerlere farklı köşelere kümelenmiş öğrenci grupları çok vardı. Anlaşılan kulüp ve ülker bu konuda az da olsa organizasyonlara giriverip, çevredeki okul ve dershane potansiyelinden faydalanmışlar. Çeşitli dershane ve okul pankartları görüverdim, içlerindeki heyecanla bağıran minik kardeşlerimizi yavaştan bu ortamlara ısındırmak güzel olacak.

Biz üst kattaki yerimizden ayrılıp alta geçtiğimizde maç başlamıştı. Rakip hücum ederken yuhalamaya,ıslıklamaya başlayınca farkettim ki, etrafta kimsenin katıldığı yok. Katılmanın aksine bizden çıkan sesle irkilip bunlar nereden çıktı şimdi gibisinden bakışlarını yakaladığım kişilerle dolu bir tribündü. Arkada olan protokolüde düşünürsek, sanki Kadıköy'de stadta, Fenerium alt tribünü gibi bir tribündü. Cipslerini almış yerleşmiş maç izleyecek çiftler, maç saati gelip koltuk numarasına göre yerini bulan takım elbiseliler, yanındaki babasından hiç böyle maç tepkileri görmeyip sürekli maç boyu bizi izleyen ufaklıklar falan vardı. Kombinesi 450 lira, bilet fiyatı 40 lira olan yerde hal böyle olunca insan kendini bir garip hissedip, tezahürata katılmayı geçtim sahadaki meselelere reaksiyon göstermede bile daha az ses çıkartır oluyor, keyif bozuluyor. Anlaşılan tam karşıdaki tribünde maraton alt gibiydi, orada izleyen arkadaşlarda aynı şikayetleri söyledi. Sadece bir iki kere pota arkasındakilerin ayağa daveti yarım yamalak karşılık bulup, karşılıklı Fenerbahçem benim biricik sevgilim... yapıldı.

Sahadaki oyunun maçın başından itibaren bizim kontrolümüzde olması, artan fark, yeni salona alışma gibi bir sürü sebepten ortam biraz hafif geçip gidiyordu. Arada bir Kinsey alley-oop yaptığında, Vidmar cengaverce yerde sürünüp top kaptığında falan biraz salon hareketleniverdi. Zaman zaman farklı köşelerdeki minik öğrenci gruplarından yükselen Fenerbahçe seslerini duyuverdik. Uzun bir süre oyuna girmeyince acaba hasta sakat falan mı dediğimiz Emir Preldzic oyuna girse de geçen seneki kadar süre almaması en çok dikkat çeken konu oluyor.

Anonsta söylendiği gibi koca salonda 8424 kişinin olduğuna inanmak biraz güç geldi. Tabii gittiğim salonlara alışkanlıkla hangi tribünün kaç koltuk olduğundan hesapla aşağı yukarı tahminler yapan benim içinde bilmediğim bir ortamda göz kararı hesap tutmak zor oldu. Ama gene de 7000 civarı seyirci vardır diye düşünüyorum. Bu da eskiye kıyasla, Aydın Örs önderliğinde yeniden yapılanmış erkek basket takımı için çok iyi bir başlangıç rakamıdır. Umarım takımın ivmesi yukarıya doğru gitmeye devam eder de, böylece kazanılan seri iç saha galibiyetleriyle taraftar-takım aidiyet duygularının nasıl pekiştirildiğini gördüğüm, 98'de beni salonlara bağlamaya başlayan o efsane Euroleague senesini tekrar yaşayacağımız günleri görürüz. Tabii nerede o zaman ki taraftar nerede şimdi oturduğu yerden bir ıslıklamaya yuhalamaya üşenenler...

(Maçtan eve arkadaşın arabasıyla döndüğüm için dönüş yolu ile ilgili bir fikir oluşturacak birşeyler yazamıyorum)

http://basketfener.blogspot.com/

1 yorum:

  1. Kerem'cim teşekkürler.
    Özlemiştik nefis Salon izlenimlerini.
    Bizi resmen o atmosferi yaşatıyorsun.
    Sayende Sinan Erdem Spor Salonunu da gezmiş,tanımış olduk.:))
    Aziz Yıldırım'ın lisanssız forma muhabbeti meşhurdur.Biz yazınca inanmaz müritleri ama bir kere daha teyit ettik sayende sağolasın.
    Doping Pilsen ve Ülker'in yaptığı okullara bedava bilet org.olayını yapmaları bizim için acı olsa da - güya 15 milyonluk koca İstanbul'da yüzbinlerce ,milyonlarca Fenerli var ama kim bunlar acaba ? - bu şekilde belki de az da olsa kalabalık olur ve böyle maça gide gide Doping pilsen aşığı olan Fenerliler, gs'liler,bjk'liler gibi yeni basketbol seyircileri kazanırız.(!)
    Seyirci profili ile ilgili yazdıklarında hemfikiriz ne yazık ki.Sinema'ya geldiklerini sanıyor amcamlar sanki.
    Mrsiç'e uğurlama daha görkemli olmalıydı.:((

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler