29 Kasım 2010 Pazartesi

Fenerbahçe - Galatasaray Medical Park 74-68 (Salondan İzlenimler)



Güne Burhan Felek'te mesai ile başlayıp, Caferağa'da aslan terbiyesi için yola düşmüştük. Elbette kazanacağımıza olan inanç herkeste hakimdi ama böylesine kötü giriş yapılan bir maçı daha çevirebilmek için sergilenen performans ve oyuncuların buna verdikleri mücadeleyle karşılıkları klasik bir Caferağa büyüsünü tamamladı. Açıkçası bu salondan ayrıldığımızda çok özleyeceğiz, orada gerçekten bir taraftar-takım bütünlüğünde savaşabildiğimizden Caferağa bambaşka bir yer.

Voleybol maçının son seti başlarında salondan ayrılıp, onları galibiyet için alkışlayamadan gitmek biraz üzücüydü. Ancak Caferağa'da derbi olduğu zamanlarda giriş çok sıkıntılı olabiliyor, aşırı ilgi olunca biletler tükenip dışarda kalanlar olabiliyordu. Bu nedenle salondan ayrılan taraftarların büyük bir kısmının da oraya gidebileceğini düşünerek fazla geç kalmadan yol alalım dedik.

Araba ile Haydarpaşa'nın oradan geçerken, tarihi gardaki yangından hiç haberim yoktu, bundan bahsetmeleri üzerine o tarafa göz attım. Kimbilir hangi sebeplerle çıkan yangın, o gar üzerindeki arazide yapılan rant planları üzerinden İstanbul'un bir güzide klasiğine daha göz dikmişti, itfaiye araçlarının gözüktüğü acı bir manzaraydı,duman yükseliyorsa da alevler gözükmüyordu.

Kadıköy içinden, Moda ara sokaklarına oradan da Caferağa'nın önüne vardık. Salona yaklaşırken klakson çalarak Fener temposu tutmak, tezahürat etmek zevkliydi. Salon önünde şaşırtıcı olarak fazla kimse yoktu, acaba millet içeri mi doluştu diye kuyruğa giriverdik. Kuyrukta 20-25 kişi vardı, elimde bir tane turuncu renkli biletlerden vardı, ama bu maç satılan biletlerin mor olduğunu görünce ben de bir bilet alıverdim. Burada da girişte çantamı fazla kurcalamadılar. Biz içeri girerken Aziz Yıldırım ve birkaç yönetici salona çıkan merdivenlerden arkadaki idarecilerin kapısına gidiyordu.

İçeriye girince telefonla konuşan Nedim Karakaş gözüktü, direkt sol tarafa yönelip salona bir göz attık ki, taraftarların toplandığı sol köşe oldukça boştu, geri kalan taraflar dolu gibiydi. Girişte sıkıntı olur diye aceleyle maçtan yarım saat önce salona varan bizler şaşırmıştık. Girişin hemen altında sahaya yakın olan taraftar bloku ise doluydu, oranın müdavim topluluğu yerini almıştı. Maça kadar bir süre oturup dinlenmek lazım diye onların arasına girip ayakta durmaktansa, sol taraflarındaki ön blokta bir yere oturmaya başladık.

Orada rastladığım Ünifeb eskilerinden bir arkadaşımla muhabbet ediverdim, biz gelmeden önce salona giriş için çok uzun kuyruk olduğunu, kapılar geç açılınca,bayağı bir dışarda bekleyen kalabalık olduğunu söyledi, anlaşılan biz gelmeden önce bu kalabalık erimişti, bir kısım taraftar gruplarıda biletlerini alıp dışarıya dağılmışlar.

Oyuncular ısınmaktaydı, yavaş yavaş sol köşedeki kalabalık artıyordu. Serbest atış düzeni halindeki takım tribüne çağrılıverdi, onlarda hemen çağrıya karşılık verip hepbirlikte alkışladılar, şaampiyon sesleriyle tekrar hızlı bir şekilde aynı oval dizilişi kurdular, atışı yapanı oyuncular alkışlıyordu,sıra dönüyordu, atan oyuncu orta sahaya bir koşu yapıp geri geliyordu.

Uzak tarafta ısınanlar arasında zenci kalabalık göze çarparken, bizim bu seneki kadroda hiç zenci oyuncu olmaması maçın en ilginç ve dengeler konusundaki hassas noktaydı. Atletik Amerikan zenci oyunculara karşı pota altında ve ribaundlarda fazla açık vermemek lazımdı. Işıl ile uğraşanlarda artıyordu, tribüne yerleşenlerin ilk yaptıkları iş ona laf atmaktı. Birkaç tane takım elbiseli gelip bizim tribünün önlerine doğru bakarak birşeyler konuştular, bir süre sonra oraya özel güvenlikçiler yetmemiş gibi on tane de polis diziverdiler.

Tribün kalabalığı arttıkça tezahüratlarda başlamıştı, ben ise son beş dakikaya kadar yerimden kıpırdamadan oturarak bekledim. Sadece bir ara Ömer Onan oley tezahüratları duyunca ayaklanıp, ona katılıverdim. Böyle bayrak oyuncuların diğer takımlarımızın maçlarına da gelmesi çok büyük keyif veriyor, protokol tribününde ayağa kalkmış tribünleri selamlıyordu yanında eşi de vardı. Tribündekiler onu farketmişti ama Aydın hoca ve Neven Spahija'nın da maçta olduğunu ben evde tekrarını izlerken görebildim, belki de maç başlarken geldiler.

Maçın başına doğru voleybol tribününde biz çıkarken hala orada duran Alper ağabeylerde geliverdi, iskeleden yukarı tezahüratlar ede ede, derbi maçı izleyen rakip taraftarların olduğu barlar sokağından rota çizerek, yağmur yağacak,seller akacak,samiyen bu gece i... dolacak diye sataşaraktan gelmişler. Onlar geldiğinde girişte bilet kalmamış ama bir şekilde ayarlamışlar.

Anna Vajda kadroda olmayan yabancı oyuncumuzdu,benchte oturup ısınan arkadaşlarını izliyorken, takım menajeri Didem Akın kulağına birşeyler söyleyip eline katlı halde bir forma verdi. Anna, her maç bizim tribünün önünde duran tekerlekli sandalyedeki taraftarımızın yanına gelip bunun takımın ona bir hediyesi olduğunu gösterircesine sarılıp verdi, üstten bu taraftarımızın mutluluğunu görmek mümkün olmadıysa da tahmin etmek zor değildi.

Uzak taraftaki pota arkasında birkaç tane sarı kırmızı eşofmanlı oyuncu oturuyordu, herhalde kadroya giremeyenlerdi, onlar dışında biraz daha ters köşede zenci uzun boylu bir erkek vardı, maç sonu onun slyvia fowles ile bir alakası olduğunu düşündüm.

Ömer Koçsan bize yakın olan pota arkasında göze çarptı, masaya yönelip oradaki görevlilerle ve ardından da Batur ağabey ile de selamlaşmaya yanına gitti. Bu maç anonsculuğu Mustafa Özben'in yapacağını da gördük, onun da sıkı hazırlandığı sonradan belli oldu. Diğer salondan yetişen Kıvanç'ta elinde dosyalarıyla yerini aldı.

Maç başlama vaktine doğru gelip yerleşen gruplarla sol köşe yükünü çekmişti ama, önlere ve merdivenlere doğru yığılma vardı, onun için sanki üstlerde ve diplerde bazı kısımlar boş gibiydi.

Maç yenilgisiz rakibin ilk mağlubiyeti alması için ciddiyete alınması halinde sıkıntı olmayacak gibiydi, yalnız taraftarların bir kısmında olan fark atarız rehavetleri, deplasmanlara zor maçlara gidip gelen yorgun oyunculara da yansırsa hiç iyi başlamayabilirdik. Bu da maç öncesi endişelendiğim gibi zaten maçları kovalayan aynı taraftarlarca doldurulan sol köşedekilerin de yorgun olmasıyla zor geçebilirdi.

Rakip takım anonsları hızlı bir şekilde geçiştirilirken yuhlanıyorlardı, sıra bizim takıma gelince herkes ayakta oley tempolarıyla okundu. Daha sonra anonscunun sahada maça başlayacak ilk beşteki oyuncuları birer birer özel sıfatlarla "o mevkisinde gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan biri..." falan gibi gazlamalarla tanıtması çok ilginçti. Anonsların bitişiyle hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada.... diyerek taraftar gazlamaya başladı.

Maçın başlangıcıyla beraber daha ilk hücumlarında ıslıklarla uğultu koparmaya başladık, top bizdeyken bizim için saldır Kanarya sesleri yükseliyordu. Daracık salonda herkesin aynı senkronizasyonda tempoyla alkış tutup tezahürat etmesinin zevki de bambaşka hissediliyor. Yalnız takımımız maça iyi bir şut ritmi tutturamadan girmişti, biz boş onlar dolu dönerekten fark açılmaya başladı. Arkamdaki genç, hocaya mola almakta gecikti diye sinirlenmiş, saydırıp duruyordu, yahu bir dur hele sakin ol, adam sokaktan gelip takım verilmedi, o kadar tecrübeli adam herhalde deyince, biliyorum ağabey ama içeriyi deliyorlar molayı geç aldı, hala zone yaptırmıyor diye bilinçli cevap verince güldüm.

Gidişat güzel değildi, faul atışlarında dahi iyi değildik ama büyük bir özgüvenle hala bizim için saldır Kanarya diye tezahüratlar devam ediyordu. Top rakipteyken ıslıklanıyorlardı ancak bütün tribünün katıldığı o müthiş boğucu anlar henüz yaşanmıyordu. İçeriye dalan seimone ve pota altındaki oyuncularımızı dağıtarak sayıları bulan slyvia ile farkı belli seviyede koruyorlardı.

Bir ara 16 sayıya kadar çıkan fark ile sıkıntıya giren oyunda; taraftar da yahu bugün olmuyor, ne atarsak girmiyor, onların ki giriyor diye dertleniyordu. Sağ tarafımdaki arkadaş bir yandan kulaklığı takmış futboldaki derbiye kulak veriyor diğer yandan maçın gidişatıyla negatif düşüncelere gömülüyordu. İkinci periyottaydık, galiba geçen seneki maçta orada patlama göstermiştik ama bu sefer bir kıvılcım çakıyorken biraz sonra gene söndürüyorlardı. Bu arkadaşa merak etme dedim, geçen senede farkı açtıkları maçta çevirmiştik, hele ikinci yarı bizim olduğumuz tarafa hücum etcekler, biz tribünden baskıyı iyi kurarsak takımda savunmayı sertleştirirse tıkanırlar, bu arada Taurasi bir şut ritmini bulsa burayı kopartır dedim.

Haydi Fener haydi..tam zamanı şimdi sesleri ikinci çeyrek farkın azaldığı anlarda bir istek yansıtıyordu, farkı 10 sayı altına indiriverdik. Hemen gözümüzün önünde o taraftaki hakeminde dibinde dışarı çıkan top tartışması oldu. Taraftarlar hızlı ve sert reaksiyonla tepkiyi koyunca, baş hakem gelip kararı bizim lehimize değiştirdi. Bu arızalı hakeme tepkiler toplu halde yükseldi, hakem noluyor ....oynuyor şeklinde. Bir süre sonra da orta sahadaki mücadelede bariz yarı saha beklentisiyle bütün herkes tepkiyi koydu, muazzam bir gürültü ile bütün herkes hakeme bela okuyordu. ama nasıl olduysa devam ettiren hakem potamızda ışıl'ın üçlüğüne sebep oldu, bizim olduğumuz noktadan o şekilde gözüktüyse de tekrarlarını birkaç defa izleyerek ne olduğu anca anlaşılabilirdi.

Rakipte slyvia fowles'ın faul problemine girmesi işimize gelecekti, yoksa pota altına istediği yerlere pas alırsa durdurmak güç oluyordu, diğer yandan augustus'ta gününde olunca indirdiğimiz sayı farkını gene çift haneye çıkardılar. Salonda olunca televizyondan daha detaylı olarak görülen mücadele dozajı,sert müdahaleler bunlara verilen reaksiyonlar tam bir kıran kırana maça çevirdi, çok sert fauller, hareketli perdelemelerle rakibi yere yığmalar, top aldırmamak için öne geçme çabaları vs. sahada tam bir savaş veriliyordu, biz de tribünden bu ateşi körüklemekle uğraşıyorduk, devre sekiz sayı farkla tamamlandı.

Devre arası yorgunlukla koltuklara yığılıverdik, çantamdaki havluyu kullanıyordum, etraftakilerle gene benzer konuşmalar geçiyordu, herkes artık şut sokmamızı bekliyordu ama basit faul atışlarında bile çok kaçırmamız karamsar düşünenleri en çok üzen noktaydı.

Önümüzde gs oyuncularının birkaçı ısınmak için sahaya dönmüş, şut atıyordu. Koridora,tuvalete falan gidip dönen herkesin ilk ağzından çıkan kaşar oluyordu, ona sataşıyorlardı. Bu laf atmalar haricinde maç sırasında yapılan bütün toplu tezahüratlar içinde küfür geçen kısım %5 bile değildi, bu şekilde bir atmosfer yaratarak maçı çevirmek daha da anlamlı oldu.

Bizim oyuncular da sahaya dönmüş şut atıyordu, alkışlar yükseldi, devre başlamadan önce anonscudan moral alkışı isteği gelince alkışlar daha da katlanarak yükseldi. Üçüncü periyota hızlı girip hemen farkı eritelim arzumuza karşın onlar da dikkatli davranıyordu. Taraftarın oyuncuların dizilişini takip edip eğer karşı sahaya kalabalık yerleşildiyse biraz daha baskı kurmasını beklerdim ama bir süre ezbere tribün yapıverdiler. Zira GFB içinden birkaç kişi giriş kısmındaki sete çıkıp etrafa, çevredekilere haydi beyler hem izleyelim hem de biraz bağıralım demeye başladılar.

Maçın bu periyodunda üç faul olan fowles'ın bir faul daha almasını arzuluyordum, gene onun sayesinde olmayacak sayıları bulup bizim sayılara hemen cevap yetiştiriyorlardı. Biz faul atarken salon genelinde bir sessizlik çökerken az bir kitle tezahürat yapıyordu, ama bu sessizlikten istifade edip ışıl'a laf atanlarda çok oluyordu. Bir de o pota arkasında oturan gs eşofmanlı şıllıklar bizim oyuncunun konsantrasyonunu bozmak için tam atacakken çığlık atıyordu. Son periyot onlara da güzel güzel kol giydirdik.

Belli bir çabayla sürenin sonuna kadar savunmayı becerip son anda yenen sayılar moral bozuyordu, farkı 11-12 sayı civarında tutmayı başarıyorlardı ama taraftarın bizim için saldır Kanarya sesleri kesilmiyordu. Bu aralarda Horakova'nın hatalı pasına genel bir reaksiyon tepki oluverdi, koç hemen Birsel'i oyuna sürdü. Stres ve oyun tansiyonu çok yükselmişti, böyle anlarda basit hataları olgun karşılamak salondakiler açısından zor oluyordu.

Son periyoda dokuz farkla girecektik, işler iyi gitmiyordu ama burası Caferağa'ydı, nice maçların taraftarlarca çevirildiği büyülü salon. Üst taraflardaki kısımda göremediğim birisi etraftakilere coşturucu bir nutuk çekiyordu, bu maçı çevirecez gazını verirken, aşağıdakilere de hep beraber bağırılması için sesleniliyordu.
(Edit : Orada taraftarı susturup onlara nutuk çeken, en gerekli anda gaz veren kişi tam da tahmin ettiğim gibi Amigo Nurullah'mış, keşke üstlerde arka planda kalmasa, etrafa saygısızca laf eden diğer gençlere seti bırakacağına onunla beraber herkes coşabilse)

Takım son periyot öncesi gs oyuncularından önce ayaklanıp sahaya girerken, tribünler onları çağırıyordu, Fenerbahçe buraya... Oyuncular tribüne gelmediler ama kendi aralarında konuşup sahaya yerleşiverdiler, gs oyuncuları da sahaya dağılırken tribünlerden bizler inandık siz de inanın bizim için bu maçı alın... tezahüratları yükseliyordu.

Taraftarın sergilediği inanç ve özveri sahada karşılığını bulacak mıydı? Yenilsen bile maçın sonunda sırılsıklam olsun o forma.. sesleri arasında son periyot başladı. Üstüste hücumları değerlendirip moraller yükselmişti, rakip topla bizim sahaya gelirken adeta altı kişi savunma yapılmaya başlandı, önlere yığılanlar sahaya savunmayı gaza getirmek için haykırıyordu. Oyuncularımız da bu emeklerin karşılığını verircesine bütün güçlerini ortaya koymaya başladılar, herkes yerlere atlıyor, top kapma mücadelesi için varını yoğunu veriyordu, her topa müdahale, alınan ribauntlar alkışlarla karşılanıyordu, hemen ardından tezahüratlar yükseliyordu.

Fenerbahçe koy oley ooo o....cimbomboma koy oley... sesleri eşliğinde yaklaşmaya başladık, rakip koç tırsarak molayı alıverdi, molalarda da coşku devam ediyordu, bir süre müzik açılmadı. Çantamda duran havluyu bir daha yerine koyamadım, ortam çok sıcaktı ve aşırı terlemeye başlamıştım.

Bizim için saldır Fenerbahçe sesleri öyle bir yankılanmaya başladı ki, yani herkesin gözlerinden fışkıran ateşle bu coşkulu gürültünün stadta falan bu şekilde yapılabilmesine imkan yok. Fark bir sayıya inmiş, yanımdaki arkadaş kulağındaki kulaklığı falan atmıştı, öne geçeceğimiz belliydi ama ne zaman. Haydi Fener haydi diye beklenen sayı hakemin Matovic'e hücum faul çalmasıyla rötar yaptı, gene büyük tepki kopuyordu.

Hem sahada, hem tribünde müthiş bir baskı uyumu sağlanmıştı, ortalık yıkılıyordu, rakip oyuncular potaya yaklaşana kadar ölüp bitiyordu. Sıra tekrar bize gelmişti ve Taurasi'nin nihayet gelen üçlüğü inanılmaz bir coşku yarattı, sanki stadta gol sevinci yaşanıyorcasına herkes birbirinin üstündeydi, ama bitmemişti, daha yeni başlamıştık. Bir de Taurasi'nin geriye koşarak erkek maçlarındaki sertlikte bir blok ile tam bizim önümüzde kazandırdığı bir top var ki, bütün herkes alkışlarla öne yıkılıverdi, galatasaraylı kızlar müthiş bir geri dönüş yapan kraliçelerimiz karşısında moralmen dağılıyordu.

Saldır Fenerbahçe ooley diye herkes zıplayarak birbirini kamçılarken, maçın yıldızlarından Penny'de üçlük ile bizi rahatlattı. Baskılar sonuç veriyor, birbirlerine iki pas yapmakta zorlanıp geri saha yapıyorlardı, Fenerbahçe Fenerbahçe oley sesleri yükseldi.

Bu arada sol köşe tribündekiler bunca efor sarfederken diğer kalan yerler biraz daha pasifti ama maçın heyecanlı kısmında oralardanda da coşanlar vardı. Alttakiler GFB'nin setteki amigosuna seslenip yan tarafı da ayaklandırmasını söylediler. Bütün salon ayağa, ayağa kalkmayan cimbomlu olsun diyerek herkes eller havada hazırlanırken maç devam ediyordu, bir hücumu tezahüratsız geçiverdik. Bir sonraki hücumumuz sırasında milyonlarca taraftarın yanyana... diyerek girmiştik tam ..en büyük sensin Kanaryaa diyerek alkışlı kısmına denk gelirken Penny'den bir üçlük daha cuk oturuverdi, herkes gülüyordu.

Neye uğradıklarının şaşkınlığıyla son sallama hücumlarını yapıverdiler, işte böyle her sene böyle cimboma böyle koyarlar sesleri yükseliyordu. Üstlerden yükselen Fatmagül cimbom, Fatmagül cimbom, senin suçun ne Fatmagül cimbom sesleriyle kısa bir makara yapılırken, oyuncular rakip takımdakilerle tebrikleşiverdiler ve hemen sol köşedeki taraftara doğru yöneldiler.

Onlar yaklaşırken bütün herkes Fener-bahçe Fenerbahçe oley diye hızlanan tempoyla yırtınıyordu, oyuncular da bu etkiyle yumruklarını sallıyordu. Elleri ortada toplayıp Fener çekerek alkışlar tutarak dağılacak gibi oldular ama öndekiler Nevriye'ye seslendi, Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener yapmadan bırakmayacaktık. Nitekim ilk denemede senkron bozukluğu olunca, dağınık olan oyuncularda biraraya toplanıp hemen ikinci bir ayar çekilerek tekrar denendi. Sarı diye bağırıyorken, Taurasi yorgun haliyle thank you diye karşılık veriyordu, karşılıklı tezahüratımızı yaptık, hepsi tekrar alkışlarla önce protokole doğru yöneliverdi.

Maç bitmişti ama eğlence bitmemişti, sol köşedekilerin neredeyse büyük çoğunluğu yerlerinden ayrılmamıştı, tezahüratlarla coşku devam ediyordu. Bu maç sonunda mikrofonu eline alıp duygularını ifade eden oyuncu Birsel oldu, ağzından taraftarımıza teşekkür çıktığı anda bütün herkesin alkışları yükseldi. Birsel Vardarlııı, Birsel Vardarlı tezahüratlarına dönerek alkış tuttu. Röportaj için Fenerbahçe televizyonu spikeri bazı oyuncuları bizim karşımızdaki alana götürmekteydi. Taurasi'yi gören herkes Tauraaaasi Tauraaasi oley oley oley tempolarını haykırıyordu, yıldız oyuncu gördüğü ilgiden hoşnut hoplayıp zıplıyordu, you are the best, you are the best, you are the best Taurasiii you are the best... tezahüratı ile ilgi devam etti, saygıyla öpücük yollayıp eğiliverdi, elleriyle you are the best diye işaret yapıyordu. İlgi onun yanına yaklaşan Penny Taylor'a yöneldi, Penny Penny, Penny Taylor.. diye giden tezahüratla ikisi arasında birşey konuştu gülüverdi, mahçup olmuş gibi el salladı.

Tribünler kasap havası için geri sayım yapıyordu, oyuncuların röportajını anonscu Mustafa Özben tercüme edecekti ama taraftar gibi onlar da geri sayımı elleriyle takip edip yerlerinde duramadan zıplıyordu. Taurasi daha fazla dayanamadı, röportaj sonrası çılgına dönmüşcesine tribüne koşuverdi, ön sıradakilerle kucaklaştı, hepsine sıradan çak yaparak tekrar Tauraaasi Tauraaasi oley oley oley sesleri eşliğinde soyunma odasının yolunu tuttu.

Diana ve Penny röportaj için beklerken koç Lazslo'da yanlarına gelmişti, o da keyifle elleriyle tezahüratlara tempo tutuyordu. Bütün tribün döndük sahaya doğru,açtık ellerimizi,yalvardık Kanarya'ya duysun diye bizleri, avaz avaz sesimiz yükseliyor tribünden, şampiyonluk hırsını yaşıyoruz yeniden.... diyerekte bizden büyük var mı diye sorguluyordu. Bunun üstüne gitmekte olan Penny'e tekrar tezahüratlar oldu, o da el sallayarak gidiverdi. Alper ağabey organizasyonunda Pınarbaşı yaptık, üstüne bir baba hindiyi cimboma bindirdik sonra Ratgeber,Ratgeber..i love you Ratgeber diyerek koça yönelik tezahüratlarımızla onun da gidişiyle mesaimizi bitirdik. Alper ağabey yukarıya bakıp bizi görünce mimikleriyle bittim diyordu.

Maç bitmişti 15-20 dakika olmuştu ve hala tezahüratlarla büyük bir kalabalık salonu inletmekteydi, güzel bir geri dönüş yapılarak galibiyete imza atılmıştı, böyle bir takıma böyle bir salonda sahip olan taraftarın yapabileceği en verimli atmosferlerden birinin hazzını yaşıyorduk. Ama modern salonlar yapıldıkça, büyük ortamlara geçildikçe, seyirciler ortalığı doldurdukça bizler sürekli eski günleri anıp bu ortamları anca anılarımızda anlatırız.

Dışarı çıkmadan önce tuvalete giderek gene üzerimizi değiştiriverdik, günün üçüncü tshirtünü giyiverdim. Biz dağılarak dışarı dökülürken, salonun arka tarafında gs eşofmanlı kızları görünce uzaktan laflar atılıyordu, bu seferde avans vermedik olmadı, gelecek sefer otuz avans verecez diye sinir etmeye başladık. Büfeden suları alıp iskeleye doğru yürürken, salon altındaki otoparktan çıkan arabayı pota arkasında gördüğüm zenci adam kullanıyordu, slyvia fowles gelip ön koltuğa oturdu, o boyla nasıl sığdıkları ilginç,zira arkada da iki Amerikalı oyuncu daha vardı, slyvia see you next time ona da işaret yaparak yola devam ettik.

Ben cumartesiyi boş geçirmiştim ama haftasonu iki gününü de feda edip beş maçta da bu renklerin peşinde maç izlemekle yetinmeyip, bütün enerjisini tüketen tribün emekçilerine saygılarımı sunarım.

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler