29 Ekim 2008 Çarşamba

RIDVAN DİLMEN.Biyografisi,röportajları,resimleri.

Ridvan Dilmen

Ridvan Dilmen

Ridvan Dilmen

Rıdvan Dilmen (1987-1995)

Ridvan Dilmen'in gecirdigi 10 ameliyat

Rıdvan Dilmen'in (1987-1995) geçirdiği 10 ameliyat

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNfPoljQaXU6AVoIl9AN1Cx4dTVricqW7M9t_42EJRdRvMZKH8AeyfL4RmudINUS8Te2BucmeoaEBDPYOTSwXmv-oSnl0K4pqECS5oSHbeRxQN8t9QQPvYsM3A-d_w-qd28GHZEuzYNA6B/s400/r%C4%B1dvan+dilmen2.jpg

Onu tutmak mümkün müydü?

Foto: Esat Yağcı

Rıdvan demek Fenerbahçe demekti o yıllarda. Sanırım Fenerbahçe'nin rakip takım taraftarlarınca en çok sevilen oyuncusuydu Rıdvan.. En sevdiğim sayı 8. Geçenlerde bunun sebebini düşündüm. İlkokulda aşık olduğum kız, en sevdiğim sayıyı sormuştu.Ben önce seninki kaç dedim. 8 olduğunu söyledi. Ben de 8 dedim akabinde..ama o 8 demese bile 8 derdim yine..Rıdvan'ın numarasıydı çünkü..Sevilmez mi hiç?
http://fenerbahce.de/site_icerik/resimler/Eski%20Futbolcularimiz/Efsaneler/1990lar/ridvan_dilmen_jubile_ocak_1996.jpg
http://www.sporgazeteleri.net/wp-content/uploads/ridvan_dilmen_ntv1-250x250.jpg
http://www.fasulyeden.com/wp-content/uploads/2008/12/4520ca452434ef4097dbe70br.jpg


http://img43.imageshack.us/img43/3610/rdvandilmen.jpg

Rıdvan Dilmen



Rıdvan Dilmen
Kişisel Bilgiler
Tam adı Rıdvan Dilmen
Doğum tarihi 15 Ağustos 1962 (1962-08-15) (47 yaşında)
Doğum yeri Flag of Turkey.svg Aydın, Türkiye
Mevkii Ofansif Orta Saha (SAĞ AÇIK)
Kulüp Bilgileri
Bulunduğu kulüp -
Numarası 8
Altyapı Kariyeri
1972-1977 600px Bianco e Blu a Strisce.pngSümerspor
Profesyonel Kariyeri
Yıl Kulüp Maç (gol)
1977-1979
1979-1980
1980-1983
1983-1987
1987-1995
TOPLAM
600px Bianco e Blu a Strisce.png Sümerspor
600px Verde e Bianco.png Muğlaspor
600px Rosso e Bianco (strisce).png Boluspor
600px Bianco e Blu a Strisce.png Sarıyerspor
600px Fenerbahce.png Fenerbahçe
001200(5)
001000(3)
005800(20)
009600(43)
0023900(81)
0041500(152)
Milli Takım Kariyeri
1982-1983
1982-1992
TOPLAM
Flag of Turkey.svg Türkiye U-21
Flag of Turkey.svg Türkiye
00500(0)
02400(5)
02900(5)
Çalıştırdığı Takımlar
1998-1999
1999-2000
2000-2001
2001-2002
2002-2003
600px Rosso e Nero (Strisce).png Vanspor
600px Fenerbahce.png Fenerbahçe
600px Nero e Bianco (Strisce).png Altay
600px Arancione.png Adanaspor
600px Rosso e Verde (Strisce).png Karşıyaka SK
Son güncelleme: 2008


Rıdvan Dilmen (d. 15 Ağustos 1962, Aydın) Türk Milli eski Futbolcu, Teknik Direktör,Futbol yorumcusu.


15 Ağustos 1962’de, Aydın’ın Nazilli ilçesinde Mehmet Lütfü Bey ile Makbule Hanım’ın dördüncü ve son çocukları olarak dünyaya gelen Dilmen, spora atletizmle başladı, daha sonra futbola yöneldi. Küçük yaşına rağmen, mahalle takımlarının aranan ismiydi. Gazoz ve şekere karşılık, mahalle arası transfer bile olurdu. Mahalle maçlarında herkes kendine bir futbolcunun adını yakıştırırken, o Fenerbahçeli Cemil Turan’dı. Fenerbahçe’nin maçlarını izleyebilmek için, İzmir’e otostop yapardı. 12 yaşındayken, babası Mehmet Lütfü Bey’i kaybeden Rıdvan’ın, ağabeyi Ercüment, ailenin geçimine katkıda bulunmak için, Denizlispor’da bir süre futbol oynadı. Futbolculuk dönemindeki lakabi "Şeytan" dı.

Konu başlıkları

Futbolculuk Kariyeri

13 - 14 yaşlarında, mahalle arasında futbol oynarken keşfedilen Dilmen, Nazilli Sümerspor’da oynamaya başladı. O sezon takımı yenilgisiz şampiyon oldu. Daha sonra, Muğlaspor, Rıdvan’ı transfer etmek istedi ancak kulübü kabul etmedi. Sonunda, pazarlık reddedilmez noktaya geldi. 25 futbol topuna, Muğlaspor antrenörü Kemal Dirikan tarafından, transferi gerçekleşti.

Rıdvan’ın oynadığı sezon, Muğlaspor, amatör ligden ikinci lige çıktı. Dirikan’ın "Şeytan gibi bir zekan var" sözü, Rıdvan’ın “şeytan” lakabının temeli oldu. Muğlaspor’da oynadığı futbolla büyük takımların dikkatini çekmeye başlayan 19 yaşındaki Dilmen, sezon sonunda birinci lig takımı Boluspor’a transfer oldu. Takım ilk maçını, Ali Sami Yen Stadı’nda, Fenerbahçe’yle, ikinci maçını da Galatasaray’la oynadı. Böylece Dilmen, rüyalarını süsleyen Fenerbahçe Takımı’yla ilk kez karşılaşmış oldu.

1-1 biten maçın ertesi günü, Dilmen’in adı, Ziya Şengül, İslam Çupi gibi önemli yazarların köşelerinde geçiyordu. "Türkiye’de bir yıldız doğuyor. Gelecek hafta Boluspor - Galatasaray maçında Rıdvan’ı mutlaka izleyin!"

Boluspor’un, 2-1 kaybettiği maçta, takımının tek golünü kaydeden Rıdvan, aynı akşam açıklanan milli takım kadrosunda yerini aldı.

İki yıl Boluspor’da oynayan ve sonra Sarıyer’e transfer olan Dilmen, dört yıl da Sarıyer forması giydi. 1987 - 1988 sezonu, Rıdvan’ın hayalleri gerçek oldu. Fenerbahçe’ye sansasyonlu bir şekilde transfer olan futbolcu, önce Galatasaray yöneticisi Ergun Gürsoy’a söz vermesine rağmen, Fenerbahçe’de oynamaya başladı.

1988 - 1989 sezonunda, kariyerinin zirvesine çıkan Dilmen’in takımı Fenerbahçe, 103 gol atarak şampiyon oldu. Aykut, Oğuz, Hakan, Schumacher gibi oyuncuların bulunduğu takımda, Dilmen, 19 gol atıp, 41 gol attırarak, şampiyonluktaki en büyük rolü oynadı.

1989 - 1990, Rıdvan şanssız bir sezon geçirdi. Trabzonspor’un Yugoslav oyuncusu Yesiç’in tekmesiyle sağ ayağı sakatlanan Rıdvan’ın, futbol hayatı dalgalanmaya başladı. Dört kez dizinden ameliyat olan Dilmen’e doktorlar, "Altı ay oynama" dediyse de, biraz kendi aceleciliğinden, biraz da etraftakilerin baskısıyla, Dilmen, üç ay sonra sahalara döndü. 1991’de, Galatasaray maçında sol omzu kırılan Rıdvan’ın yine altı ay sahalardan uzak durması gerekirken, uyarılara kulak asmayan Rıdvan, İzlanda - Türkiye milli maçına çıktı. 90. dakikada omzu aynı yerden bir kez daha kırılan Rıdvan’ın, bir başka maçta da ayak bileği kırıldı. Eskiye dönmek için çaba harcayan Rıdvan’ın şevki, tekrarlayan sakatlıklar ve nükseden ağrılar yüzünden kırıldı. Taktik zekası ve oyun kabiliyetiyle göz dolduran Rıdvan, yılda 7-8 maça çıkabilen, istikrarsız bir sporcuya dönüştü.

1994’de, Ali Şen’in başkanlık yaptığı Fenerbahçe’yle, Rıdvan, karşılıklı olarak yollarını ayırdı.

Maç takviminin uyuşmaması yüzünden, jübilesi üç kez ertelenen Rıdvan, 31 Ocak 1996’da, -7 derecelik dondurucu bir soğukta jübilesini yaptı. Soğuk yüzünden, sadece 1982 seyircinin bulunduğu maçta Şeytan, sevenlerini golsüz bırakmadı. Jübilesinde gol atan ender futbolculardan biri olarak sahadan ayrılan Rıdvan Dilmen, futbol kariyerini, 32’si Fenerbahçe’de olmak üzere, toplam 62 golle tamamladı.

24 kez A Milli forması giyen Rıdvan, bu formayla da, 5 gole imzasını attı.

Rıdvan'ın yaptığı en büyük hareketlerden biri de topla aniden hızlanıp aniden yavaşlayabilmesidir.Bunu dünyada en iyi yapabilen ender oyunculardandır.

Kısaca Rıdvan sayesinde insanlar futbolu sevmişlerdir.Rıdvan Dilmen'in maçlarda hep özel seyircisi olurdu.Yani insanlar maçı izlemek için değil,Rıdvan'ı seyretmek için maça gelirlerdi.

Dünya Karması

Teknik Direktörlük Kariyeri

Futbol hayatına teknik direktörlükle yeni bir sayfa açan Rıdvan, Vanspor, Konya, Altay, Karşıyaka, Adana ve Fenerbahçe’de teknik direktörlük yaptı.

1996-97 futbol sezonunda Ali Şen'in isteğiyle Fenerbahçe'de menajerliğe geçti. Sezon sonunda görevine son verildi, daha sonra TV programlarına yorumcu olarak katılan Rıdvan Dilmen 1998-99 sezonunda 2. ligde 0 puanla son sırada bulunan Vanspor'un başına geçti, Vanspor'u şampiyon yapıp 1.lige taşıdı.1999-2000 sezonunda Fenerbahçe'nin Başına getirildi. Fakat ardarda alınan kötü sonuçlar ve Fenerbahçe’nin UEFA kupasından elenmesi sonucunda görevini bıraktı. Daha sonra Altay ile anlaştı. Burada da Yükselme maçlarında Altay’ın başarılı olamaması sonucunda görevinden ayrıldı. 2001-2002 sezonunda anlaştığı Adanaspor’dan da ayrılmak zorunda kalan Rıdvan Dilmen;2003 yılında 2.Lig A klasmanında yer alan Karşıyaka da teknik direktör olarak görev aldı.

Yorumculuk Kariyeri

Halen Lig TV, Ntv ve Ntvspor'da yorumculuk ve Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı görevine devam eden Dilmen, özellikle maç anlarındaki yorumculuğu sırasında, atılan golden birkaç saniye önce "Gol olur." demesiyle, golü koklama yeteneğinden hiçbir şey kaybetmediğini göstermektedir.Taraflı tarafsız bütün takımların taraftarlarının saygı duyduğu bir efsanedir. iddaa olarakta fanatık gazetesınde ıddaa yorumları bulunmaktadır..

Dış Bağlantılar

http://www.biyografi.info/kisi/ridvan-dilmen

Sportif durumu
Önce gelen
Almanya Harald Schumacher
Fenerbahçe Kaptanı
1991-1992
Sonra gelen
Flag of Turkey.svg Müjdat Yetkiner
Önce gelen
Almanya Joachim Löw
Fenerbahçe Teknik Direktörü
1999-2000
Sonra gelen
Flag of Italy.svg Zdeněk Zeman




Rıdvan Dilmen: Fener´in maçlarını amigo gibi izlerim..


NTV Televizyonu´nda maçtan önce Rıdvan Dilmen yorum yapıyor: "Alex‚ Güiza ve Semih üçlüsü bir arada oynamaz. Aragones bu üçlüyü sahaya sürerse 5 yer." Fenerbahçe için hayat önem taşıyan maç Kadıköy´de başlıyor. Rıdvan´ın ´bir arada oynamamalı´ dediği üçlü sahada. 90 dakikanın sonunda Arsenal‚ Fenerbahçe´yi 5 golle mağlup ediyor.

Rıdvan sıkı bir Kurtlar Vadisi izleyicisi

Maç yorumlarında birçok kez gol olmadan atılacak golü tahmin eden Rıdvan‚ bir kez daha haklı çıkıyor. Ertesi gün internet forumlarında "Rıdvan khin mi?" tartışması yapılıyor. Rıdvan‚ Türkiye´nin tartışmasız bir numaralı futbol yorumcusu. Hasta Fenerbahçeli. 46 yaşında. Hayatı futbolla geçiyor. Haftanın 3 günü NTV´de Yüzde Yüz Futbol programında Güntekin Onay´la maç yorumluyor. Milliyet Gazetesi´nde maç yazıları kaleme alıyor. Herhangi bir sakatlığı yoksa halı sahada maç yapıyor. NTV´deki odasında görüştüğümüz Rıdvan‚ "gol olur" meselesini açıklarkan mütevazılığı elden bırakmıyor: "Gol olur dedim‚ tesadüfen birkaç kez de gol olunca şimdi yorumlara bakıyoruz. Yarı sahayı geçince gol olur diyor yorumcular. Yorumculara kötü örnek oldum. Dikkat ederseniz son şampiyonada gol olur filan demedim. Artık gol olur demiyorum." Fenerbahçe´nin maçlarını amigo gibi izlediğini söyleyen Rıdvan´a göre "Aragones´le bu iş olmaz". Fenerbahçe´yle teknik menajerlik ve antrenörlük için herhangi bir görüşmesinin olmadığını vurgulayan Rıdvan‚ "Ne zaman olur bilmiyorum ama antrenörlük yapmak istiyorum. Ama bu‚ mevcut kulüp şartlarıyla zor." diyor. Rıdvan‚ sıkı bir Kurtlar Vadisi izleyicisi olduğunu söylemekten de çekinmiyor.

Rıdvan Dilmen‚ Türkiye´nin en iyi futbol yorumcusu sıfatını taşıyor. Bu sıfat Fenerbahçe-Arsenal maçından önce yaptığı yorumda "Fener bu kadroyla oynasın‚ 5 yer" demesiyle bir kez daha tescillendi. Gençlerin yorumcu olarak tanıdıkları Rıdvan‚ Fenerbahçe´nin ve Milli takımın efsane futbolcularındandı. Onun orta sahadan alıp herkesi çalımlayarak Altay´a attığı jeneriklik gol hala hafızalarda. Tabi ki Yesiç´in tekmesi de. Dört kez dizinden ameliyat oldu. Eski parlak günlerini yakalamaya çalıştığı günlerde omzundan sakatlandı‚ ayak bileği kırıldı. Taktik zekası ve oyun kabiliyetiyle göz dolduran Rıdvan‚ 31 Ocak 1996´da jübilesini yaptı. Rıdvan jübilesinde gol atan ender futbolculardan biri olarak sahadan ayrıldı. Futbol hayatına teknik direktörlükle yeni bir sayfa açan Rıdvan‚ Vanspor‚ Konya‚ Altay‚ Karşıyaka‚ Adana ve Fenerbahçe´de teknik direktörlük yaptı. 1999´da Fenerbahçe´de‚ beş hafta teknik direktörlük yapan Rıdvan‚ takım ligde yenilgisiz oynarken‚ hakkında çıkan yıpratıcı haberler yüzünden‚ takımdan ayrıldı. Erdi ve Eda isimli iki çocuk babası Rıdvan Dilmen´le NTV´deki odasında görüştük

Haftada kaç maç yorumluyorsunuz?

Üç gün maç yorumu yapıyorum. Bazen farklı kanallarda maç yorumladığım da oluyor. Yani haftanın dört-beş günü futbol yorumlamakla geçiyor.

Maçlara gidebiliyor musunuz?

Deplasmana gidemiyorum. Eğer yayınımız akşam 22.00´deyse maçlara gidiyorum. Eğer yetişemiyorsam birinci yarıyı izleyip çıkıyorum. Bazen de hiç gitmiyorum.

Gününüzün çoğu NTV´de mi geçiyor?


NTV´de bir odam var. Arkadaşlarla gazetemizi okuyup futboldan konuşuyoruz. Burayı bir işyeri olarak görüyorum. Sabah gelip akşam çıkıyorum. Hele hafta sonları akşama kadar maçla geçiyor günümüz.

Yorumcu olarak izlemek daha mı farklı? Seyirci olsanız daha mı rahat izlersiniz?

Tabii daha rahat izlenir. Ama ben mesela Beşiktaş-Liverpool maçını izlerken Beşiktaş´ın kazanmasını isterim ama Liverpool ne yapıyor diye onun teknik durumuna dikkat ederim.

Fenerbahçe maçlarını nasıl takip ediyorsunuz?

Fener´in maçlarını televizyonda amigo gibi izlerim. Fener´in maçlarını benim odamda Fenerliler dışında kimse izleyemiyor. Sinirli oluyorum izlerken. Yayına yansıtmamaya çalışıyorum. Yorum yaparken öyle olmamaya çalışıyorum.

Siz fanatik bir Fenerbahçelisiniz‚ bunu herkes biliyor ama aynı zamanda herkes sizin tarafsız bir yorumcu olduğunuzu da kabul ediyor. Bunu nasıl başardınız?

Fenerli olduğumuz zaten belli. Ama maç yorumlarken tarafsız olmaya çalışıyoruz. Zaten NTV de bize bu yüzden görev veriyor. Ben tarafsızlığımda bir tabuyu yıktım. Fenerbahçe kötü oynuyor‚ kaybediyor. Bazı yorumcular ´Fenerbahçe´ye haksızlık edildi´ diye yorum yapıyor. Bunu yapanların Fenerbahçe´ye kötülük yaptığını düşünüyorum. Bu konuda eleştiriler de alıyorum ´Fener´i niye savunmuyorsun?´ diye ama Fenerbahçe´nin internet sitesi ödül veriyor. Bu da beni mutlu ediyor. Ben bir Galatasaray maçı yorumladım. O zaman Lig TV´deydim. Çok iyi oynadı Galatasaray‚ maçı 1-0 kazandı. Şu yorumu yaptım: Galatasaray tarihi farkı kaçırdı. Yöneticilerden bile eleştiri aldım. Çok iyi oynadı şanssızlıkla mı yenildi diyecektim?

Milli Takım´da ve Fenerbahçe´de de işler kötüye gitmeye başlayınca isminiz hep gündeme gelir. Teknik menajer olarak niye istifade edilmez denir. Bu yorumlara ne diyorsunuz?

Türkiye´de menajerlik sistemi nedir? Öncelikle bunu insanların öğrenmesi lazım. Şimdi İngiltere´de menajerin adı Türkiye´de teknik direktördür. Türkiye´de kimdir teknik direktör: Aykut Kocaman. Orada da Aleks Ferguson´dur ama onun adı menajer diye geçer. Şimdi geriye şu kalıyor. Türkiye´de menajerlik sadece Volkan Ballı´nın yaptığıdır. Türkiye´de menajer oyuncuların ihtiyacıyla‚ kamp yerlerinin belirlenmesi ile filan ilgilenir. Şimdi Aziz Yıldırım çağırsa beni dese ki menajerliğe gel. Ne yapacağım ben gelip Aragones´in başında? Ahmet´i oynatma Mehmet´i oynat mı diyeceğim. Birincisi ben teknik direktöre saygısızlık yapmam. Diğer taraftan görevde Aragones´in yerinde ben olsam bu durum beni çok rahatsız eder.

Dünyada nasıl işliyor bu sistem?

Mesela Benfica‚ Rui Costa´yı genel direktörlüğe getirmiş. Ne yapıyor; kulübün uzun vadeli projeleri ile ilgileniyor. Türkiye´de olması gereken bu ama mevcut yönetimlerle olması mümkün değil. Hiçbir kulüp yapamaz bunu.

Türkiye´de niçin olmadı ?

Üzerinde durulması gereken konu şu: Türkiye´de para girdi futbola‚ mertlik bozuldu. Bunu derken başkanlar para alıyor diye söylemiyorum. Eskiden ben oynarken ikinci liglerde yılda üç başkan değişirdi. Çünkü başkan hep cebinden para vermek zorunda kalırdı. Para yok‚ kulüplerin gelirleri çok azdı. Şimdi dikkat et Türkiye´de on yıldır kulüplerin başında aynı isimler var. Cemal Aydın‚ İlhan Cavcav‚ Aziz Yıldırım‚ Adnan Polat... Ne var bu koltukta bu kadar? Bu yöneticiler para olmasa sabah akşam cebinden para verse o koltukta durmaya devam ederler mi? Etmezler. Şimdi liderlik var‚ ciddi bir koltuk sevdası var. Haluk Ulusoy on yıl başkanlık yaptı‚ hala yapmak istiyorum diyor. Ya arkadaş başkası yok mu Türkiye´de? Burada cazip bir şey var. Hükmeden sensin‚ emreden sensin‚ müthiş bir ego var. Her gün gazetelerde görünüyorlar. Bunu parayla yapamazsın. Bana göre Yıldırım Demirören en iyi Beşiktaşlılardan bir tanesidir. Aziz Yıldırım da en iyi Fenerbahçelilerden bir tanesidir. Ama iyi yönetmek başka şeydir. Yıldırım Demirören iyi mi yönetiyor kulübü‚ hayır. Ama kötü niyetle yapmıyor bunu. Gazetelerde her gün hakaretler ediyorlar neden bırakmıyorsun bu işi. Bırakıyor mu bu işi? Bırakmazlar. İddia kalksın ortadan ikinci ligde başkanlık yapacak adam bulamazsın. Şimdi hep aynı adam başkanlık yapıyor. Bir buçuk iki trilyon para geliyor. Eskiden bu gelirler yoktu. Digitürk gelirleri şu bu. Bunlar hayatta bırakmadılar. Kovsan gitmezler. Ama yetkili kişiye de vermezler. Sportif direktörler olmadığı süre içinde bu hatalar devam edecektir.

Sizin döneminizle bugün futbolcuların aldığı parayı kıyaslıyor musunuz?

Ben yılda 1 milyon mark kazanıyordum. Şu ölçülere vurduğun zaman başkalarına göre komik. Ben Güiza´dan çok daha iyi futbolcuyum. Yılda Güiza´nın aldığı paranın üçte biri kadar para alıyordum. Ama o dönemde 200 bin dolar Etiler´de bir daire ediyordu. Bugün 2 milyon dolara alamazsın.

Fenerbahçe´den teklif aldınız mı? Bülent Uygun ve sizin isminiz öne çıkıyor?

Yok. Ben kimse ile görüşmedim‚ görüşmek de istemiyorum. Şu anda iç öyle bir tasarrufum yok.

Sizi eşofmanlarla ne zaman göreceğiz?

Şu anda öyle bir planım yok. Ama bir gün döneceğim. Ne zaman olur bilmiyorum ama antrenörlük yapmak istiyorum. Ama bu mevcut kulüp şartlarıyla zor.

Antrenörlük tecrübeniz var. Uzun yıllardır da yorumculuk yapıyorsunuz. Futbola bakışınızda neler değişti?

Tecrübenin adı sadece yaş değil. 46 yaşındayım 56 yaşına gelsem de eksiğim olacak ama kendimi yenileyeceğim. Fenerbahçe´nin başındayken bana çok sallıyorlardı‚ ben hemen havlu attım. Medya baskısından dolayı bıraktım. Şimdi o olsa bırakmam. Doğru bildiğim yolda devam ederim. Teknik direktörlük benim yapabileceğim en uygun iş‚ ben bu işi çok iyi yapacağımı da biliyorum. Ama şu anda yapamazsınız.

Sezgileri güçlü bir yorumcusunuz. Gelelim gol olur meselesine...

Ben gol olur diyerek kötülük yapmışım. Gol olur dedim‚ tesadüfen birkaç kez de gol olunca şimdi yorumlara bakıyoruz. Yarı sahayı geçince gol olur diyor yorumcular. Yorumculara kötü örnek oldum. Dikkat ederseniz son şampiyonada gol olur filan demedim. Sadece Çek maçında son üç dakikaya girdik kazanabiliriz dedim.

Ömer Üründül´le görüşmemizde Türkiye´de iki spor yorumcusu var: Biri benim‚ biri Rıdvan dedi. Sizin beğendiğiniz yorumcu var mı?

Ömer Üründül. Ömer abiyi beğenirim.

İzlediğiniz spor programı var mı?

Yok. Ama Kurtlar Vadisi´ni kaçırmıyorum.

Peki hocam‚ meşhur soruyu soralım: Ne olacak Fenerbahçe´nin hali?

Fenerbahçe´nin Aragones´le uzun süreli çalışacağını düşünmüyorum. Aragones´i beğenmiyorum. Saha içindeki performansına bakıyorum. Bir şey yapmıyor. Ben antrenörün bir şeyler yapmasını bekliyorum. Yaş yetmiş oldu‚ bu çok önemli bence. Yılda 60 maçın antrenörlüğünü yapıyorsunuz. Milli takımda altı maçın. İnsanlar alınmasınlar 60 maç trafiğini hem psikolojik hem fizik olarak yönetmek kolay değil. Aragones maç sıfır sıfırken de bir sıfırken de aynı götürüyor. Gerideyken de öndeyken de aynı antrenörlük yapılmaz. Ben bu yüzden olmaz diye düşünüyorum. Ayrıca Aragones´le ve Güiza´yla şampiyonadan önce anlaşılmıştı. Oyuncu seçimi için vakti vardı. Benim elimde Güiza‚ Semih ve Alex varsa onların arkasını nasıl doldururum diye transfer yaparım. Öyle yapılması gerekiyordu.

Ertuğrul hoca nerede hata yaptı sizce?

Ertuğrul‚ hiçbir yerde hata yapmadı. Metalist o gün kimi yakalasa parçalardı. Rakip o gün garip bir şey oynadı. Futbolcular inanılmaz konsantre olmuşlardı. Kimi yakalasalar yenerlerdi.

Fenerbahçe çıkış yakalayamaz mı?

Fenerbahçe´deki mevcut durum bir maç iyi bir maç kötü gidecek gibi gözüküyor.

Futbol dışında neler var hayatınızda?

Ayağım sağlıklıysa futbol oynarım. Seyahati severim. Ama çoğunluk buradayım. Düz yaşarım. Oğlum Erdi ve kızım Eda´yla gezerim.

Kitap okur musunuz?

Çok okumuyorum. Ama okuyacağım. Bazı spor yazarı arkadaşların yazılarını okuduğum zaman bu kelimeleri nereden buluyorlar diyorum. O yüzden çok okumaya karar verdim.

Futbolculuğunuzda at yarışı oynuyor diye eleştirilirdiniz. Bugün de at yarışı oynuyor musunuz?

Benim atlarım vardı. İki yıl önce sattım. Ama at yarışı oynamayı da izlemeyi de severim.

Genç hocaları nasıl buluyorsunuz?

Aykut´un uzun vadede Türkiye´nin en iyi hocalarından biri olacağına inanıyorum. Fenerbahçe´nin başına geçeceğini düşünüyorum.

Futbolculuğunuzda medya korkusu yaşar mıydınız?

Antrenörler özellikle futbolcular iyi oynadığı maçtan sonra erkenden gazete alırlar. Veya televizyonu açarlar. Kötü oynadıkları zaman gazete filan okumazlar. Sadece duyarlar. Ben Bolu´da futbola başladığımda 6´da kalkıyordum sabah gazeteleri okumak için. Futbol hayatım biterken de öyleydi. Her oyuncu için öyledir. Türkiye´de ne kadar gazete varsa hepsini alır. Özellikle kaybettikleri‚ kötü oynadıkları zaman hiç bakmazlar.



ZAMAN / MURAT TOKAY


Süper bir röportaj olmuş.
Adamım çok bilen,ukalalara gerekli kapakları takmış ama anlayacak yüz var mı acaba ?

*************

“Azrail canımı almadan beklesin, ben biraz top oynayayım”

PELİN ÇİNİ pelin.cini@milliyet.com.tr



Rıdvan Dilmen: “Alışverişle aram yok. Aklıma eseni giyiyorum. Şu sıralar renkli gömleklere taktım. Geçen sene bir dönem hep siyah giyiyordum. Özel olarak tercih ettiğim bir marka yok.”

“Yüzde Yüz Futbol ” isimli programla futbol yorumculuğunda da yıldızlaşan Rıdvan Dilmen: “Hayatta futbol kadar ilgimi çeken hiçbir şey yok. Azrail canımı almadan beklesin, ben biraz top oynayayım”

Sıra fotoğraf çektirmeye gelince topu kaptı ve yüzünde kocaman bir “muzır çocuk” ifadesiyle sektirmeye başladı. “Hayatınız futbol. Hiç toptan sıkıldığınız olmadı mı?” soruma cevabı “Asla, esas top görmezsem deliririm” oldu.Türkiye futbolunun efsane isimlerinden Rıdvan Dilmen’le
İstanbul'
da sel felaketinin yaşandığı gün Ulus Parkı’nda buluştuk. Futbol yorumculuğunu, nasıl bu kadar çok sevildiğini ve antrenörlüğe dönüp dönmeyeceğini konuştuk.
TV’nin futbol yıldızı oldunuz. Fenerli olmanıza rağmen yorumlarınız diğer takımların taraftarları tarafından da saygıyla karşılanıyor. Kimse itiraz etmiyor. Bunu nasıl başardınız?
Benim alnımda Fenerli Rıdvan yazıyor. Ben ne yaparsam yapayım bunu silemem. İnsanlar bilerek beni dinliyorlar ben de onlara saygı duyup sahada ne görürsem onu söylüyorum. Türkiye’de yorumcuların ve yazarların objektif olmamakla suçlanmalarının nedeninin de medya olduğu görüşündeyim. İnsanları Beşiktaş, Galatasaray ve Fener yazarı diye sınıflandırıyorlar. Onlara sorsanız tüm takımları yorumlayabilmek isterler. Ben objektifim, Güntekin (Onay) de öyle. O Beşiktaşlıdır ama bunu fark etmezsiniz bile. Mesela ben Fener Galatasaray’a 1-0 yenildiğinde “Fener tarihi bir farktan kurtuldu” dedim. Çok tepki aldım ama doğrusu buydu.

Yorumlarınıza kızanlar da vardır... Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
10-80 yaş arasında her eğitim düzeyinden izleyicimiz var. Arada tabii ki kızanlar da oluyor. Demin söylediğim Fenerbahçe ve Galatasaray maçı ile ilgili yorumuma Fenerlilerden tepki geldi. Bence çok saçmaydı çünkü gördüğümü söyledim. Boş yere Fener’i mi övseydim? Gerçek Fenerlilerin de benimle aynı görüşte olduğunu düşünüyorum.

Haftada kaç maç izliyorsunuz? Sizce bir yorumcu olarak statta maç izlemek ile TV’de maç izlemek arasındaki fark nedir?
Haftada en az 10 maç izliyorum. Statta izlemeye gayret gösteriyorum çünkü sahanın her yerine hakim oluyorsunuz. Ama en iyisi hem statta izleyeceksiniz hem de monitörünüz olacak.

TV’de tavırlarınız çok rahat. Kamera sizi korkutmuyor. Çok samimi ve doğalsınız. Bunun için özel bir çalışma yaptınız mı?
Evet, rahat olduğumu söylüyorlar. Hiç çalışmadım. Stüdyoya adımı attığım andan beri aynı davranıyorum. Ancak yazılmış rolleri oynayamıyorum. Birkaç kez dizilere konuk oyuncu olarak çağrıldım. 1,5 dakikalık bir rolü beş saatte ancak çekebildik.

Van’dan, Hakkari’den gelen çocuklarla maç yorumlayacağız”

A.R.O.G’da da küçük bir rolünüz vardı...
Evet, onda da çok zorlandım. Bir de tabii kostüm mevzusu var. A.R.O.G’da bana oldukça açık bir kostüm dikilmiş, sete gidince gördüm. “Giyemem, bu beni zorlar” dedim. Sağ olsunlar kırmadılar dikiverdiler. Çekimler bir-iki saat aksadı tabii ama sonuçta çok eğlenceliydi.

Yorumculukta çok başarılı bir noktadasınız. Sizce ne yaparsanız kariyeriniz zarar görür?
Bu kolay cevaplanacak bir soru değil. Biliyorsunuz ben bir dönem “Gol olur” dedim ve oldu. Hatta insanlar bunu örnek aldılar ve bir anda herkes kafasına göre maç tahminleri yapmaya başladı. Aslında farkında olmadan Türkiye’ye kötülük ettim. Tamam Allah vergisi hislerim var ama o hislerin üzerinden seyircileri suistimal etmeye kalkmak, çıkıp maç sonucu söylemek bana göre bir şey değil. Bunun kariyerime zarar vereceği görüşündeyim. Beni yolda görünce de “Bu maç ne olur?” diye soruyorlar. Cevap vermek sorumluluk altına girmek olur.

Şu anda “Not Defteri” ve Yüzde Yüz Futbol” isimli iki program yapıyorsunuz. Hangisini tercih edersiniz?
Bu elma ile portakalı kıyaslamaya benziyor. “Yüzde Yüz Futbol” ismi gibi sadece futbolla alakalı bir program. “Not Defteri” ise lifestyle tarzında. Önümüzdeki günlerde Van’dan Hakkari’den çocuklar getireceğiz ve onlarla maç yorumlayacağız. Ayrıca oyuncular ve siyasetçiler de konuğumuz oluyor.

“Yüzde Yüz Futbol”daki partneriniz Güntekin Onay ile yakın arkadaş mısınız?
Güntekin çok başarılı bir çocuk. Onunla çalışmak benim için büyük şans. Birbirimize çok şey öğretiyoruz. Özel hayatımızda da sık sık araşırız ama kahve içmeye ya da sinemaya gitmeyiz. Genellikle futbol üzerine sohbet ediyoruz. Sabah üçte “Abi şu maçı izledin mi?” diye beni arar.

Tayyip Erdoğan’ın “Not Defteri”ne konuk olmasını çok istediğinizi söylediniz. Onu çağırma nedeniniz futbol geçmişi olması mı?
Hem o hem de Tayyip beyi insan olarak çok seviyor olmam. Siyasetle pek ilgilenmiyorum. Tayyip Erdoğan’ı seviyorum derken de onun siyasi görüşünü kastetmiyorum. Benim CHP geçmişi olan bir ailem var. Erdoğan hakim olmadığım alanlarda hata yapıyor olabilir. Bu onu sevmemi engelleyemez. Çünkü ben Tayyip Erdoğan’ın adam gibi adam olduğunu biliyorum. Dürüst, içi dışı bir ve sözünün eri bir adam. Mesela jübilem yapıldığında belediye başkanıydı ve soğuktan üç kere ertelenmesine rağmen üçüne de geldi. Eksi yedi derecede beni izledi, sırf söz verdi diye.

Vanspor’u da çalıştırınız. Sizce Kürt açılımında futbolun misyonu ne olmalı?
Detaylı bir bilgim yok ama Van’da geçirdiğim zamanı düşünerek cevap verebilirim. Ben Van’da kaldığım süre boyunca İstanbul’u hiç özlemedim. Oradaki insanlarla aile gibi olduk. Bu, benim Rıdvan Dilmen olmamdan da kaynaklanmadı. Beni Rıdvan olarak sevdiler. Futbolun tüm spor dallarında olduğu gibi birleştirici bir gücü var. Bu nedenle açılımda önemli bir rol oynayabilir. Doğu’da bulundum, oradaki insanların nelere ihtiyacı olduğunu gördüm. Büyük yatırımcılarımız devletten aldıkları destekleri ceplerine atmak yerine oraya yatırım yapsalardı her şey farklı olabilirdi.

Ergenekon’un futbol camiasına sızdığı söylentileri dolaşıyor. 20 yıldır bu işin içindesiniz. Ne diyorsunuz bu söylentilere?
Ergenekon futbol camiasının içine sızmış olsa çoktan ortaya çıkardı. Futbol camiasındaki insanlar birbirine çok yakın gözükseler de birbirlerinin arkasından kuyu kazmayı severler. En azından bizim kuşaktan sonrası için görünen durum bu. Siz hiç sokakta güzel bir kadın görüp “Allah sahibine bağışlasın” diyen adam gördünüz mü? Aynı şey futbol camiasında da var. Biri güzel bir gol atar, herkes golü atanın başarısı yerine golü yiyenin başarısızlığını konuşur.


“Çocukluğum, Fenerli futbolcuların cikletten çıkan fotoğraflarını toplamakla geçti”
Fenerbahçe ile yollarınız nasıl kesişti?
Muğla’da oynarken Boluspor’dan teklif geldi. Boluspor o zamanlar iyi futbolcuları alıp bir süre oynattıktan sonra satarak geçimini sağlayan bir takımdı. Beni istediklerini öğrendim ama hiç gitmek istemiyorum. O kadar alışmışım ki Muğlaspor’a. Kemal hoca beni “Buraları aştın artık gitmen lazım” diye ikna etti. O zamanlar bonservis diye bir şey yok. Hani günümüzde antrenörler futbolcuyu etinden sütünden yararlanmak için ellerinde tutuyorlar ya Kemal hoca tam tersiydi. Beni resmen zorla yolladı. Boluspor’la oynadığım ilk maç Fener’le, ikincisi de Galatasaray’laydı. İkisinden önce de uyuyamadım. Rüyamda gol atıp durdum. Çocukluğum Fenerli futbolcuların cikletten çıkan fotoğraflarını toplamakla geçti. Bir baktım onlarla top oynuyorum. Zaten sonra Sarıyer’e ardından da Fener’e transfer oldum.
“Son anda anlaşmazlık oldu. Yoksa Fenerli Rıdvan yerine Beşiktaşlı Rıdvan olacaktım”

Önce Galatasaray’la anlaşıp sonra Fenerbahçe’ye geçtiniz. Bu, yakın zamanda Mehmet Topuz’un yaşadığı “kaçırılma” olayına benzer bir şey miydi?
Tam olarak aynısı değil. Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki bir daha dünyaya gelsem yine Fenerbahçeli olurum ve yine Fenerbahçe’de oynamak isterim ama her şey kader meselesi. Sarıyer’de oynarken beni Beşiktaş istedi. Her şey tamamdı ve son anda kulüpler arasındaki bir anlaşmazlık yüzünden olmadı. Olsaydı belki de Fenerli Rıdvan değil Beşiktaşlı Rıdvan olarak çıkacaktım. Galtasaray’a söz verme meselesine gelince... Herkes hata yapar ve bu da benim kişisel olarak Ergun Gürsoy’a yaptığım bir hatadır. Yalnız yanlış anlaşılmasını istemem. Galatasaray’a değil Ergun Gürsoy’a karşı hatalı olduğumu düşünüyorum. Ben ona bir söz vermiştim ve yerine getiremedim. Aradan çok zaman geçtiği için çok ayrıntıya girmek istemiyorum. Son ana kadar sözümü tutmaya gayret ettim, Fener’den Cem Pamiroğlu’na “Ergun abiye sözüm var” diye çok direndim. Galatasaray 51 milyon vermişti. Fener ise bunun iki katı gibi bir para öneriyordu. Ama benim için önemli olan para değildi. Ortada başka mevzular vardı. Mesela Galatasaray Tanju’yu da transfer etmeye çalışıyordu ve ona önerilen miktar benimkinin iki katıydı. Bir şekilde Ergun abiyle bir araya gelemedik ve Fener ile anlaştım. Tekrar söylüyorum hiç pişman değilim. Kendimi bildim bileli Fenerliyim, yani Allah gönlüme göre verdi.

“En az beş ay dinlenmeliydim. Deli cesareti, bir ayda sahalara döndüm. Sakatlanmamda hatam çoktur”
Sekiz yıl Fener’de oynadınız. Kariyerinizin en parlak noktasındayken de Trabzonsporlu Yesiç’in darbesiyle sakatlandınız. Neler hissettiniz? Yesiç ile bir daha görüştünüz mü?
Hastaneye geldi ve özür diledi. Ben de “Canın sağ olsun” dedim. Birçok kişi ona kızgın olup olmadığımı soruyor. Hiç kızmadım çünkü bu futbol. Sahaya çıkıyorsanız sakatlanma riskini de göze alıyorsunuz demektir. O darbeyi yediğim an her şeyin bittiğini anladım. İnsan hissediyor. “Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedim kendi kendime. Olmadı da. Toplamda 13 ameliyat geçirdim. Tabii o zamanlar tedavi yöntemleri şimdikine oranla çok ilkel. Ben de çok gencim. Doktorlar “Otur” diyor, ben oynuyorum. Mesela bana “Mutlaka en az beş ay dinlenmelisin” dediler bir aya kalmadı sahalara döndüm. Deli cesareti işte. Sakatlanmamda benim hatam da çoktur.


“13 yaşında mahallede yıldızdım, ilk transfer bedelim 25 futbol topuydu”
Spora önce atletizm ile başlamışsınız. Futbola geçişiniz nasıl oldu?
spora yatkın bir yapım vardı. Okulda atletizm de yaptım basketbol da oynadım. Futbola zaten çocukluktan beri meraklıydım. Atletizmde hem kısa mesafe, hem uzun mesafe koşabilen nadir insanlardan biriydim. İyi ki de bu sporların hepsini yapmışım. Atletizm ile dayanıklılığımı basketbolla da zamanlamamı geliştirdim. Sahada faydasını çok gördüm. 13-14 yaşlarıma geldiğimde mahalle maçlarının yıldızı olmuştum.

Nazilli’de annesi top oynatan tek çocuktum. Annemle gurur duyuyorum”

Başarılı bir futbolcu olacağınız belliymiş...
Tabii. Zaten annenin karnından nasıl doğarsan öylesindir. Yetenek sonradan çalışarak kazanılmaz ancak geliştirilebilir. Benim diğer bir avantajım da annemin futbola bakış açısıydı.
O zamanlarda futbol deyince avro’lar havada uçuşmuyordu. İnsanlar çocuklarına “Önce okul sonra top” diyorlardı. Şimdiyse çocuklarının gözünün içine bakıyorlar top oynasın diye. Annem bana hiçbir zaman karışmadı. Nazilli’de rahat rahat top oynayabilen tek çocuk bendim. Ama hayatım sadece futboldan ibaret değildi. Okuldan sonra hafta içleri peynircide hafta sonları da öğretmenimin ayakkabı dükkanında çalışıyordum. Babamı erken kaybettiğimiz için çok geçim sıkıntısı çektik. Annem, beni ve kardeşlerimi örgücülükten kazandığı parayla büyüttü. Çocukluğumla ve annemle gurur duyarım.

Profesyonel hayatınız nasıl başladı?
Mahalle maçlarında oynaya oynaya 17-18 yaşına geldim. Artık Nazilli’de tanınıyordum. Nazilli Sümerspor’da oynarken de Muğlaspor’da hâlâ teknik direktörlük yapan Kemal Dirikan tarafından keşfedildim. Kemal hoca beni kulübe “Türkiye’nin en büyük futbolcularından biri olacak” diye tanıtmış. Böylece ilk transferimi gerçekleştirdim. Bedelim 25 futbol topuydu.

Size şeytan lakabını da Kemal Dirikan takmış. Bu lakabı pek sevmediğiniz söyleniyor...
Evet, “Şeytan gibi aklın var. Şeytan gibi oynuyorsun” derdi. Esasında bu bir iltifat ama ben pek sevmiyorum çünkü suistimal edilmeye açık. Statta taraftar “Rıdvan” dediğinde gider selamlardım, “Şeytan” diye çağırdıklarında duymazdan gelirdim. Ama sonuçta Kemal hocanın taktığı lakaba da itiraz edemem çünkü ona çok şey borçluyum. Hiç unutmam, ilk kez maça çıkacağım zaman heyecandan ayakkabılarımı bağlayamadığımı uzaktan fark etmiş ve gelip ayakkabılarımı bağlamıştı. “Aman hocam yapma ben bağlarım” dedim. Dönüp, “Benim için bir onurdur evlat. Türkiye’nin en büyük futbolcusunun ayakkabısını bağlıyorum. Sahaya çık ve elinden geleni yap. Yakında Milli Takım’a çağrılacaksın” dedi. Öyle de oldu. Hem çok iyi oynadım hem de Milli Takım’a çağrıldım.

Futbolculuk günlerinizden en çok neyi özlüyorsunuz?
Her şeyi. Sabahın köründe başlayan ağır antrenmanları bile. Bir de futbolla ilgili bence
en güzel şeylerden biri sevdiğiniz işten para kazanıyor olmanız. Profesyonelken bunu anlamaz insan. Ben de ancak halı sahaya
seve seve gidip bir de üstüne para verince anladım. Çok koydu.

Düzenli olarak halı saha maçları yapıyor musunuz? Takımda tanıdığımız isimler var mı?
Evet, haftada üç gün maç yapıyoruz. Takımda Metin Tekin, Oğuz Çetin, Acun Ilıcalı, NTV spor ekibi ve Gürkan Uygun (Memati) gibi isimler var. Çok yoğun bir çalışma tempom var ama yine de oynuyorum çünkü oynamazsam ölürüm. Hatta Cenab-ı Hak’tan isteğim canımı top oynadıktan sonra alması. Azrail geldiğinde beklesin. Ben biraz top oynayayım.

Bir dönem antrenörlük yaptınız. Şimdi ise yorumcu kimliğinizle ön plandasınız. Sizce hangisinde daha başarılısınız?
Bana sorarsanız başarılı olduğum işleri futbol, antrenörlük ve yorumculuk olarak sıralarım. Çalıştığım hiçbir takım yerinde saymadı, hepsinde büyük ilerlemeler yaşadık. Ancak Türkiye’de başarılı bir antrenör sayılmanız için takımınızın illa şampiyon olması gerektiğine dair saçma bir inanç var. Oysa bence Kasımpaşa’yı ligde tutacak antrenör şampiyon takımınkinden daha başarılıdır.

Antrenörlüğe dönmeyi düşünüyor musunuz?
Devam etmeyi çok istiyorum ama Türkiye’deki kulüplerin iyi yönetilmediklerini ve antrenörlerin de sağlıklı koşullarda çalışmadıklarını düşünüyorum. Bu nedenle dönmek için daha zamanım var. Bir kez daha üzülmek istemem.




“Hakan Şükür ile Türkiye’nin çeşitli illerinde futbol okulları açacağız”
Antrenörlüğe karşı duyduğunuz sevgi biliniyor. Hatta çalıştığınız TV kanallarıyla “İyi bir teklif gelirse giderim” koşulu ile anlaşma yaptığınız konuşuluyor...
Evet, bu doğru ama şu an için değil. NTV ailem gibi. İşim olmadığı zamanlarda bile binaya gidip arkadaşlarımla vakit geçirmeye bayılıyorum. Bu yüzden de NTV söz konusuyken pat diye çekip gidemem. Zaten sözleşmem de var. Ayrıca çok içime sinen bir teklif gelse ve “Gitmek istiyorum” desem kimse kalmaya zorlamaz. Onlar için önemli olan benim mutluluğumdur. Aynen ailelerde olduğu gibi. Zaten ancak Milli Takım için teklif gelirse kabul ederim.

Futbol dışında neler ilginizi çekiyor? Hangi müzisyenleri dinlersiniz? Hangi dizileri takip edersiniz?
Futbol dışında hiçbir şey çok ilgimi çekmiyor. Komik ama böyle. Müzik dinlerim tabii ama otomobilimde CD falan bulundurmam. Politik bir laf gibi gelecek ama her şeyi dinlerim. İlla isim istiyorsan Sezen Aksu, İbrahim Tatlıses, Ajda Pekkan gibi ustaları tercih ediyorum. Müzik türü olarak favorim Türk sanat müziği, şarkıcı da Sibel Can.

Türk sanat müziği rakı eşliğinde iyi gider. İçkiyle aranız nasıl?
Hiç içmem. Çok nadir bir bira ya da bir duble viski. Rakının tadını bilmem ama rakı sofrasında muhabbet eder, müzik dinlerim. İlla içmek gerekmiyor.

Bundan sonraki projeleriniz neler? İzleyicilerinizi neler bekliyor?
Birkaç proje var. Acun’un Show TV için hazırladığı yeni programında olacağım. Metin, Sergen, Tanju gibi nostaljik isimler de olacak. Format basit: Halı saha turnuvası. Hakem de Erman Toroğlu olacak. Bir başka projemse Hakan Şükür ile birlikte açacağımız futbol okulları. Türk Telekom’la birlikte Türkiye’nin belli şehirlerinde bizim de bizzat eğitmenlik yapacağımız futbol okulları açmak istiyoruz. Proje daha çok yeni. Bir ay içinde detayları basınla paylaşacağız.

“Doğru bildiğimi söylüyorum. Aziz Yıldırım bu yüzden benimle görüşmeyecekse görüşmesin”
Aziz Yıldırım ismi sizin için ne ifade ediyor? Mehmet Topuz bile ona ulaşmak için sizi aramış. Çok mu yakınsınız?
Ben Fenerliyim ve Aziz Yıldırım benim başkanımdır. Saygı duyduğum biridir ama özel bir ilişkimiz yok. Karşılaştığımızda merhabalaşırız. Tabii bir de şu var, şimdi telefon çalsa ve Aziz başkan bana “Fener için hemen dünyanın şu ülkesine gitmen lazım” dese düşünmeden kalkar giderim. O başka bir şey. Mehmet Topuz beni aradığında ona da bunları anlatmış ve kızmıştım. Ben Aziz Yıldırım’la özel bir arkadaşlık paylaşmıyorum ki beni arıyor. Ayrıca arada sırada ters düştüğümüz de oluyor. Mesela geçen sezon benim Fener’le ilgili bir yorumuma bozulmuştu ama hiç aldırmadım çünkü doğru bildiğimi söylüyorum. Aziz Yıldırım da bu yüzden benimle görüşmeyecekse görüşmesin.



“Mesajları ile taciz eden kadınlar yüzünden telefon numaram sık sık değişiyor”
İki çocuğunuz olduğunu biliyoruz. Onlarla birlikteyken neler yapıyorsunuz?
Erdi adında bir oğlum, Eda adında bir kızım var. Oğlum 22 kızımsa 10 yaşında. Yoğun bir çalışma tempom var ama çocuklarıma da yeterli zaman ayırdığımı düşünüyorum. Erdi ile en çok beraber maç seyretmeyi severiz. O da iyi yorumcudur, futbolla da arası çok iyidir. Artık oynamıyor ama çok kabiliyetli bir oyuncuydu. Halı saha maçlarımızda bize eşlik ediyor. Kızım Eda da futbola çok meraklı. Gerçi onun futbol oynamasını istemiyorum. Piyano dersi alıyor, bence daha çok piyanoyla ilgilenmeli.

“Oğlum da futbola kabiliyetliydi destek olamadım, hatalıyım”


Oğlunuz neden profesyonel olmak istemedi?
Bu konuda Zico ile benim kaderimiz ortak. Onun da oğlu çok kabiliyetli bir futbolcuydu ama profesyonel olmak istemedi. Sanırım “Zico’nun oğlu, Rıdvan’ın oğlu” kompleksi oluyor. Çocuklarda değil de etraflarında “Babanı geçecek misin bakalım?” diye bir beklenti var. Bu da ekstra stres demek. Bu konuda kendimi hatalı buluyorum. Ona yeterince destek olamadım. Şu an Erdi ile ilişkim çok sağlam. Benim en yakın arkadaşım o. Geçenlerde çok moralim bozuktu, sokakta tek başıma yürüyorum. Ağladım ağlayacağım... Hemen Erdi’yi aradım. Atladı geldi. Dertleştik.

Futbolcular kadınların fazlasıyla ilgisini çekiyor. Bu konuyla ilgili ne dersiniz? Kadın hayranlarınız var mı?
Futbolcular göz önünde oldukları için kadınların ilgisini çekiyorlar. Benim zamanımda da bu böyleydi. Arayıp “Tanışabilir miyiz?” diyenler vardı, hâlâ da var. Telefonla ve mesajla taciz ediyorlar. Hatta bu nedenle numaramı sık sık değiştirmek zorunda kalıyorum. Zaten çapkın bir adam da değilim, daha doğrusu her erkek gibiyim.

David Beckham’la aynı reklam filminde rol aldınız...
Bir kere David Beckham benimle aynı reklamda oynadı. Şaka bir yana, CV’mi istemiş, ben de onunkini istedim. Senaryoyu da önceden okudum. Buradan gidip de reklamda figüranlık yapmak bana yakışmazdı. Dikkat ederseniz reklamda ben onaylayan tarafım, Beckham gelip beni selamlıyor.

“ ‘Göz altların kırışık, botoks yaptır’ diyorlar, aldırmıyorum”
Dünyanın en yakışıklı adamlarından Beckham’la aynı sette olmak nasıl bir şey?
Beckham futbolcu değil daha çok film yıldızı gibi olmuş. Menajeri ayrı, basın sözcüsü ayrı. Fotoğraf çektirmek isteseniz yüz kişiden izin alınması gerek. Yakışıklılığına gelince, evet çok güzel bir adam ama bu beni pek etkilemedi. Kendimi onunla kıyaslamadım. Yakışıklılıkla falan derdim yok, nereden geldiğimin, ne olduğumun farkındayım. Bu bana yetiyor.

Hemen hemen her gün TV’desiniz. Yaptırdığınız özel bakımlar var mı?
Hayır. Krem mrem kullanmam. Tek dikkat ettiğim şey uyku. 7-8 saat uyurum. “Göz altların kırışık, botoks yaptır” diyorlar, aldırmıyorum.


“Fatih hoca da Mustafa hoca da takımlarının başında kalmalı”
Bosna Hersek maçından sonra Fatih Terim’in istifası gündeme oturdu. Sizce Fatih hoca istifa etmeli mi?
Türkiye’de antrenörlerin skor boarda göre değerlendirilmelerinin bitmesi gerektiğini düşünüyorum. Takımları kazanırken onlardan iyisi yok, kaybedince de hemen “İstifa”. Yok böyle bir şey. Mesela şu sıralar Beşiktaş da kötü gidiyor; “Denizli istifa” sesleri yükselmeye başladı. Fatih hocanın da Mustafa hocanın da takımlarının başında kalmaları gerektiğini düşünüyorum. Zaten kaç yıldır bu işin içindeler ellinci kez aynı şey oluyor, eminim kulak asmayacaklardır.

Söyleşimizi Beşiktaş-Galatasaray derbisinden önce gerçekleştiriyoruz ama yine de soralım: Sizce bu sene üç büyüklerin akibeti ne olur?
Evet, konuşmak için daha çok erken ama genel bir bakış atarsak Fenerbahçe’nin bu sene Aykut Kocaman farkını yaşayacağını düşünüyorum. Aykut hoca takıma çok şey katacak. Galatasaray ise Rijkaard ile yeni bir döneme girdi. Takımla aşısı tuttu gibi, şimdilik iyi gidiyorlar ama unutmamak lazım ki burası Türkiye. İstenileni verdiğin sürece “iyi”sindir, bir hatada önceki tüm başarıların unutulur. Beşiktaş ise bence geçen seneki performansını aratmaz. İnsanlar bu sezon Galatasaray ve Fener’in yılı olduğunu, Beşiktaş’ın onları zorlayamayacağını söylüyorlar. Kesinlikle katılmıyorum. Denizli’li Beşiktaş yine ilk üçte olacaktır. Son olarak geçen sene “Şampiyon olmak için 70 puan yeter” demiştim. Öyle de oldu. Bu sene Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş ilk üçü alır gider, arkadaki takımlarla farkı açarlar. “Şampiyonluğa oynamak için de 75 puan bile yetmez” diyorum.

http://www.milliyet.com.tr/Pazar/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=pazar&KategoriID=26&ArticleID=1138545&Date=13.09.2009&b=%93Ancak%20Milli%20Takim%20teklif%20ederse..%94

*******************

"Beni Bu İşe Şansal Ağabey Soktu"

16.02.2009 12:52:00
Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu, şimdilerin fenomen yorumcusu Rıdvan Dilmen, yorumculuğa nasıl başladığını ve hayatının bilinmeyenlerini paylaştı.

İşte "Çay içmeye casino'ya gittim, tam üç ay sonra çıktım" diyen Dilmen'in kumarı nasıl bıraktığının öyküsü.

300 BİN DOLAR KAYBETTİM

Ben iki evlilik yaptım. İlk eşimden boşandıktan bir süre sonra futbol hayatım da bitti. O sıralar büyük bir boşluğa düştüm. İşte o boşluk döneminde Ortaköy'de bir otelde, casino açıldı. Oranın müdürü de arkadaşımdı. Bir gün beni çay içmeye davet etti. Çay içmeye o casinoya gittim, tam üç ay sonra çıktım. Üç ayda 300 bin dolar kaybettim. İşte bu yüzden adım kumarbaza çıktı. Belki kumar tutkum devam edecek ve hayatım bitecekti.

GİT BİR DAHA DA GELME

Bir gün oturmuş, oyun oynuyordum. Birisi sırtıma vurdu. Baktım casinonun sahibi Sudi Özkan. Oynamak için aldığım jetonları aldı, parasını getirdi ve ‘Siz bu paraları kolay mı kazandınız oğlum? Al bu paraları git ve bir daha da gelme' dedi. O parayı bana mal bağışlar gibi vermesi, çok fena koydu. Adam bizim iyiliğimizi düşünüyor ama o an öyle algılamıyorsunuz. Getirdiği 600 doları almadım, kurpiyere verdim ve oradan çıktım. Ondan sonra bir daha casinoya adımımı atmadım.

NTV'deki "Yüzde 100 Futbol" ve "Not Defteri" programlarında "yorumcu" kimliğiyle öne çıkan, futbol dünyasının yeni fenomenlerinden Rıdvan Dilmen, hayatının bilinmeyenlerini Kelebek'le paylaştı. İşte Dilmen'den soluksuz okuyacağınız çok özel açıklamalar.

NASIL BAŞLADI "SPOR YORUMCULUĞU" MACERANIZ?

Beni bu işe ilk sokan Şansal Büyüka'dır. Lig TV'de bu konuda iyi bir deneyim kazandım. Bundan 3,5 yıl önce de Fuat Akdağ'dan teklif geldi. Fuat bana "%100 adı altında bir spor programı yapacağız. Bu programda sizin de olmanızı istiyoruz" dedi. O aralar hatırlarsanız kavgalı gürültülü programların çoğaldığı bir dönemdi. Fuat bana sadece futbol konuşacağımızı falan söyleyince içime sindi. Ahmet Çakar ile birlikte NTV'ye gittik. Sonra Ahmet Hoca gitti. Çünkü onun tarzı bir yer değildi. O kavga edecek falan ya, olmadı ve "Ben 3-4 ay sonra gidiyorum" dedi. Fuat Bey ise "Sabredelim, bu iş tutacaktır" dedi. Hakikaten oldu, sevildi program... 3,5 yılımız bitti. Biraz daha sözleşmeyi uzattık. Biz NTV'yi çok sevdik, onlar da bizi...

VE "YORUMCU RIDVAN DİLMEN" BİR FENOMEN OLDU...

Teşekkürler. Ben fakir bir ailenin çocuğuydum. 11 yaşındayken babamı kaybettim. İşçi emeklisiydi ve arzuhalcilik yapardı. Dört kardeşiz. En küçükleri benim. Babamın vefatından sonra ağabeyimle beraber çalışma hayatına atıldım. Annem de evde örgü örer, bizim karnımızı doyurmaya çalışırdı. Her gün patates yemeği yerdik ama sürekli isimler değişirdi. Hiç unutmam bir gün "patateklayn" diye bir yemek yedirdi bize. Ertesi gün "patate bilmem ne" derdi. İsimlerini değiştirip öyle sunardı bize. Allah razı olsun, sabaha kadar örgü örerek bizi büyüttü. Neyse... Ben çok başarılı bir öğrenci değildim. Sabahları pazara gider bir peynircinin yanında çalışırdım. Öğleden sonra okula gider, akşam da antrenmanda olurdum. Hiç çalışmadığım gün olmadı. Yazın da öğretmenimin ayakkabıcı dükkanı vardı, orada çalışırdım. Çok acayip Fenerbahçeliydim. Cemil Turan hayranıydım. Tebeşir falan yutar, ateşlenip okula gitmez, antrenmanlara giderdim. O kadar futbol hastasıydım. Allah bize yetenek de vermiş. O zamanlardan bu belliydi. Sonunda futbolcu olduk. Çok şükür bu işten ekmek yedik. Fakat futbol hayatımız uzun sürmedi, sakatlıklar falan derken bıraktık. Ama yine futboldan kopmadım. Antrenör oldum, sonra şansal Ağabey ile bu işe başladık. Bu da deneyim ve alışkanlık işi. Aşık olduğum işten yani futboldan para kazanmaya devam ediyorum. Nasip işte. Allah yetenek verir ama yetenekleri kullanmak insanın elindedir. Bana şans verildi, ben de bunları hep iyi kullandım. şimdi fenomen miyim bilmiyorum, ama ben bu işi yapmaktan çok keyif alıyorum ve çok mutluyum...

BEN ÖZÜR DİLEMEYİ BİLİRİM

Peki... Futbolcu Rıdvan Dilmen ile yorumcu Rıdvan Dilmen'in popülerliği arasında fark yok gibi. Galiba diğer yorumculardan da daha çok seviliyorsunuz. Nedir farkınız?

Tabii ki iyi futbolcu olmak demek, iyi yorumcu olmak demek değildir. Benim ıngilizcem yok, geliştirmek istiyorum. Diksiyonum da daha iyi olabilir. Fakat ben antrenörlük yaptım. Benim farkım bu ve bu çok önemli bir farktır. Ben bugün Fatih Terim'i, Zico'yu ya da Aragones'i eleştiriyorsam, antrenörlük yaptığım için eleştiriyorum. Bir teknik adama, "Takımın fizik gücü iyi değil, takım çok çabuk yoruluyor" demek, "Sen hoca değilsin" demektir. Bir takımın fizik kondisyonunun iyi olmaması kimin suçudur, teknik adamın. Bunu çok kişi tespit eder ama bu durum, bu şekilde söylenmez. Tedavi etmeniz gerek. Ben antrenörlük yaptığım için tespit ettiğim şeyi, konuşmalarımla tedavi de edebiliyorum. Ve bunu halk diliyle anlatmaya çalışıyorum. Ben sizinle şu anda futbolu nasıl konuşuyorsam, ekranda da öyle konuşuyorum. Kendimi değiştirmiyorum. Kompleksimiz de yok.

Yani sizin o takımı ya da o futbolcuyu yerden yere vurmak, ağır eleştirmek yerine, sorunu tedavi edici fikirleriniz, özelliğiniz var. Bunu mu sevdi futbolsever?

Sanırım öyle. Diyelim ki siz maçı izliyorsunuz. Çıkacak oyuncuyu muhtemelen tahmin edersiniz. Futbol matematik değildir. İyi oynadığını da kötü oynadığını da görebilirsiniz. Ben, bir takımın neden kötü oynadığının sebeplerini, sizi tatmin edebilecek şekilde anlatabilmeliyim. Ama o takıma, o futbolcuya vurmadan. Buna gerek yok ki. Örneğin Sergen, çok keskin bir yorumcu. Futbolculuğundan kaynaklanan bir şey bu. Hakan da öyle. İkisinin de ağabeyiyim ve gerçekten ikisini çok seviyorum. Bazen onları uyarıp "Hep negatif bakmayın" diyorum. "Galatasaray çok kötü, Galatasaray şöyle böyle" demekle olmaz. Şunu söyleyebilirsin: "İyi oynamadı, ancak şunu da çok iyi yaptı." Seyirci bunu da görmek, duymak ister. İşte "%100" programında buna çok dikkat ediyoruz. Yani işi hep pozitif yönünden değerlendiriyoruz...

FATİH TERİM'DEN İNANILMAZ ŞAKA

"% 100"de futbolu ciddi bir şekilde ele alıyorsunuz, "Not Defteri" programında da biraz gırgır şamata, spor-magazin yapıyorsunuz. Orası rahatlama, deşarj olma programı biraz da...

Bu işin biraz pozitif yönüne, biraz keyifli tarafına bakalım dedik. Buradan da "Not Defteri" programı ortaya çıktı. Ve bu programı ünlü konuklarla yapmaya karar verdik. Ayda bir konuk alalım diye düşünüyorduk ama iş o kadar sevildi ki artık her hafta ünlü almaya başladık. Cem Yılmaz'dı ilk konuğumuz. Çok da güzel oldu. Sonra Ata Demirer geldi, Yılmaz Erdoğan geldi, Acun Ilıcalı geldi, en sonunda da Gürkan Uygun (Memati) geldi. Mesela Memati'yi herkes vuran kıran, mafya babası gibi biri zannediyor. Oysa çok farklı. Ben onunla birkaç yere yemeğe gittim. Tuvalette sıra bekleniyor. Bir gün birisi "Çıksana kardeşim" diye söylendi.

Memati bir çıktı, adam "Özür dilerim ağabey" dedi. Ya Memati öyle bir çocuk değil ki! Heykeltıraş mesela. Kimse bu yönünü bilmiyor. Bizim programda insanlar onun bu özelliğini de gördü. "Not Defteri"ne gelen konuklar da deşarj oluyor, futbolsever de... İlginç anılarını anlatıyorlar, ben de anılarımı paylaşıyorum. Futbolu keyifli hale getiriyoruz.

ZAMAN ZAMAN ÇOK DA KOMİK OLUYORSUNUZ. ÇOK ESPRİLİSİNİZ...

Evet, arkadaşlarım hep böyle bir program yapmamı isterlerdi. Aslında ben Metin Tekin'le de bir program yapmak istiyorum. Bunun üzerine konuşuyoruz. Çünkü Metin de öyle espriler yapar ki, üç dakika sonra aklınıza gelir yine gülersiniz. Futbolcular genelde fırlama adamlardır yani. Mesela Fatih Terim... İnanılmaz şakacı bir adamdır. Sevdiği bir arkadaşına bir gün bir şaka yaptı. Adamın 200 bin dolarlık arabası için "20 bin dolarlık satılık araba" diye hiç üşenmeden gazeteye ilan verdi. Altına da arkadaşının özel numaralarını yazmış. İşte böyle şeyleri paylaşıyoruz programda. Dolayısıyla herkes eğleniyor, deşarj oluyor, rahatlıyor. Bu programla ilgili çok şey yapmak istiyorum, değişik şeyler.

NE GİBİ?

Doğu'dan, Karadeniz'den, Ege'den çok farklı şive ile konuşan minik takımlardaki çocukları getireceğim. Kendi şiveleri ile futbolu konuşturacağım onlara. Onlar da haftanın golünü seçsin, yorumda bulunsun...

"NOT DEFTERİ"NDE AĞIRLAYACAĞINIZ BAŞKA ÜNLÜ KONUKLARINIZ MUTLAKA VARDIR. KİMLER GELECEK MESELA?

Başbakanımız gelecek... Söz verdi. O da futbol adamı sonuçta, futbol oynamış. Bir de ben Tayyip Bey'i çok eski tanırım. O yüzden programa geleceğini düşünüyorum. Siyasi sorular sormayı hiç düşünmüyorum kendisine. Tam tersi, onun programa gelip biraz da deşarj olmasını istiyorum. Sevdiği konuları konuşacağım. Deniz Baykal da gelsin mesela programımıza. Ben onların futbola olan tutkularını biliyorum. İnsanlar da biraz bu yönlerini görsün. Herkes onların siyasi kimliğini zaten biliyor. O yüzden böyle politik sorulara girmem. Tarkan'ı da çağırdık. Üstelik ben aradım...

KABUL ETTİ Mİ?

Viyana'ya gitmiş kendisi. Sağ olsun oradan aradı... "Ben topu görsem bomba diye korkarım, ben ne yapacağım orada" dedi. Ben yine de keyifli bir program olacağını söyledim ve programın CD'sini gönderdim kendisine. Gelirse mutlu oluruz. Sonuçta bana kimse "hayır" demiyor. Bu da hoşuma gidiyor. Herkes gelsin bizim programa. Sanatçı, manken, vs...

KAÇAMAKLAR OLMUŞTUR

‘Manken-futbolcu'... Bu iki isim çok sık yan yana geliyor...

Bir futbolcu mankenle çıkmışsa, hepsini mankenle çıkıyor sanıyorlar. Yok böyle bir şey tabii.

Arda Turan'ın başına gelenler için ne diyorsunuz?

Yakışır ya! Yapsın, genç adam sonuçta. Topunu da doğru oynuyor. Sadece doğru yerlere gitsinler, kaliteli yerlerde yemeklerini yesinler, güzel kızlarla gezsinler, gudubet gibi kızlarla gezmesinler. Arda genç birisi. Hepimiz bunları yaşadık. Tabii ki şimdi cep telefonu, kameralar falan, işleri zor yani...

Evet sizler daha rahat çapkınlık yapabiliyordunuz?

Yok ya öyle değil... O zamanlar futbolcular ulaşılamazdı... O zaman televizyon ve programlar olmadığı için ulaşılmazdık. İnsanlar yanınıza gelemiyordu. Ama şimdi yüzün eskiyor. Özel hayatlar, popülariteyi artırıyor. Tabii sevgiliyi de. Bunda bir hikmet var diyorlar, geliyorlar.

Zamanında siz de çok çapkındınız ama...

Değildim, gerçekten çapkın değildim. Kaçamaklarımız olmuştur ama öyle çok ciddi bir şey değildir yani.

BU İŞTEN İYİ KAZANIYORUM AMA 5 MİLYON DA DEĞİL

Yorumculuktan yıllık 5 milyon TL kazandığınız gündeme geldi. Bu doğru mu?

Biliyor musunuz, o günden sonra benim 500 tane akrabam çıktı. 1-2 tane mektup aldım. Bir tanesi traktör istiyordu, diğeri de 35 bin TL. 5 milyon TL'nin bedeli bu... NTV kuruluşu bana, yorum dünyasında, Türkiye standartlarının çok üstünde bir rakam veriyor. Hatta hak ettiğimin fazlasını veriyor. 3,5 yıldır buradayım, sözleşmem 2,5 yıl daha devam edecek. Hiçbir gün NTV ile para konuşmadım. İyi para alıyorum ama öyle telaffuz edilen rakamlar değil.

Kaynak: Hürriyet

******************

Rıdvan'dan dobra dobra itiraflar

Son günlerde hakkında milletvekili adayı olacağı iddiaları basında çıkan Rıdvan Dilmen, iddialarla ilgili ilk kez konuştu.



Dünün “Şeytan” futbolcusu, bugünün ünlü futbol yorumcusu Rıdvan Dilmen, “Kendimi ihbar mı etmiş oluyorum bilmem ama hiçbir seçimde oy kullanmadım” itirafında bulundu. Dilmen’e çok teklif gelmiş ama o “Siyasetten anlamam” diyor
Çocukluğumda öğrendiğim ilk futbolcu ismidir Rıdvan Dilmen. Yemyeşil gözleri, kirli sakalı ve dümdüz saçlarıyla-ki o dönemin gençleri pek özenirlerdi bu perçemli saçlara- fırtına gibi eserdi sahalarda. “Şeytan” Rıdvan’ın jübilesini yapmasının ardından yıllar geçti. O, şimdi başarılı bir futbol yorumcusu. Ama aklının köşesinde hala futbol var. Son günlerde Ümit Milli Takım için haber bekliyor. Dilmen ile futbolun ardından Türkiye siyasetinin değerlendirmesini istedim. “Siyasetten hiç anlamam. Tahminlerim yanlış” diyen Dilmen, hayatında hiçbir seçimde sandık başına geçmediğini itiraf etti.

Çocukluğunuzda da Fenerliymişsiniz. Peki ünlenmeniz Fenerbahçede değil de Beşiktaşta olsaydı da “Aynı başarıyı yakalar, şeytan lakabını hak ederdim” diyor musunuz?

Yetenekli oyuncuydum. A veya B kulüp bence önemli değil. Yetenekli oyuncu, her kulübe kendini kabul ettirir. Çocukluğumda Fenerliydim ama Fenerde oynamam benim şansımdı. 1981’de Beşiktaş’a gidiyordum. Ama transferim olmadı.

Fener yenilince tebeşir yerdim
Hasta Fenerli misiniz peki?
Acayip Fenerliyim. Küçükken Fener kaybedince ağlardım, o gece uyumazdım. Şimdi de öyle. Tabii, bunu iş hayatıma yansıtmamaya, objektif olmaya çalışıyorum ama çocukluğumda takım yenildiğinde tebeşir yiyecek ölçüde Fenerliydim.

Karşıyakaspor’un formasını öperken fotoğrafınızı gördüm. Hayranlarınızın sinirlerini bozmuştur bu görüntü.
Ben, her çalıştığım kulübe objektif yaklaşırım. Çünkü çoluğuma çocuğuma oradan ekmek götürüyorum. Karşıyaka’da da başka kulüplerde de çalıştım. Hangisinde çalışırsam çalışayım o kulübün formasını öperim.

Peki bu formanın renkleri sarı-kırmızı olsaydı?
Neden olmasın! O takımda ekmek yiyorsam öyledir bu işler. O arma, bana ekmek veren bir armadır.

Aslında belirli bir maddi birikimi yakalamış olmalısınız.
Çok şükür!

Bundan sonra Fenerbahçe çizgisinin dışına çıkmama gibi düşünceye sahip olmanız gerekmez mi?
Güzel bir soru. Geçenlerde aklıma da geldi ve kendi kendime sordum bu soruyu. Ama ne bileyim tarzım farklı. Programda sadece tek takım üzerine konuşmuyorum.

Ben sormadan yorumculuğunuza geçiş yaptınız. Sizi gazetelerden birinin promosyon olarak verdiği bez bebeğinizle tanıdım. Sonra baktım gazetelerden birinde yazar olup TV’ye atlamışsınız ve ssessiz sedasız yorum yapıyorsunuz. Peki kanal yöneticileri harala gürele bir program istemezler mi?
İstemezler. Biz kaçta giriyoruz yayına? 21’ de. Kavgacılar, 1 buçukta giriyor.
Serhat Ulueren’in programından bahsediyorsunuz sanırım.
Hayır. Türkiye’deki spor programları şunlar: Maraton, Stadyum, bizim program ve Ahmet Çakar’ın yaptığı program. Onların da kendilerine özel olumlu yönleri vardır. Ama bir spor programını siz gece saat 1.30’da mı yoksa akşam 21.30’da mı izlersiniz?

Siyasetten hiç anlamam
Siyasi camiadan size çok teklif geldi mi?
Aklınıza gelebilecek çoğu partiden teklif aldım.

Niye girmediniz peki? O taraklarda beziniz mi yok?
Anlamam ki! Anlamadığım da geçenlerde anlaşıldı. Köşemde Tayyip Bey’i cumhurbaşkanlığına hazır gördüğümü, sanki cumhurbaşkanı olacak gibi bir hava sezinlediğimi yazdım. Olmadı. Demek ki tahminlerimi bildiğim alanda yapmam lazım. “Gol olur” falan demem gerek. (gülüyor) Gerçekten siyasetten hiç anlamam.

Hakkında kalem oynattığınıza göre AKP ile bir dirsek temasınız var dır...
Hayır. CHP’den de, DYP’den de, AKP’den de teklif almıştım. Tayyip Bey’i İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan tanıyorum. Bende de önemli bir anısı vardır. Eksi 7 derecede jübile yapmıştım. O gün, o soğukta jübileme gelip bana şilt vermişti. Bu yüzden Tayyip Bey’i insan olarak severim. Onun dışında siyasi atağım yok. Atağa kalkmayı da hiç düşünmüyorum.

O zaman bir vatandaş olarak siyasi gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hayırlısı! Yeter ki ülke kaosa girmesin, ekonomi kötü olmasın.

Oy veriyorsunuz değil mi?
Bir şey söyleyeceğim inanmayacaksınız ama ben hayatımda hiç oy kullanmadım. İhbar ediyorum kendimi. Cezası var mı bu işin? (gülüşmeler) Kimse de bana “Oy kullan” demedi. Ceza da vermediler. Ancak bu yıl kullanacağım.

Bu yıl niye fikrinizi değiştirdiniz?
Canım oy kullanmak istiyor. Partiyi söylemem.

Peki hükümetlerin politikalarını beğenmediğinizde “Keşke oy kullansaydım” dediğiniz oldu mu?
Yooo.

Altılı ganyan oynar mısınız?
Her zaman oynamıyorum. Kazandığım da kaybettiğim de oluyor. Genele vurduğum zaman çoğunlukla kaybetmişimdir. Ama zevkli.

Peki yaşamda şans size sık sık gülüyor mu?
Kadere inanırım ama şansı insanlar kendi yaratır. Bu nedenle şansa inanmam. Mesela ben iyi futbolcuymuşum ki Fenerbahçe beni kadrosuna katmış.

Tahmin yeteneğinizi nasıl keşfettiniz?
Tahmine son zamanlarda hiç girmiyorum. İnsanlar, farklı şeyler anlıyor. Oysa ben tüm masumluğumla tahmin yapıyorum. Yorumlarken yaşayan biriyim. Ama tabii ki 10 tahmin yaparsın, 2’sinde tutar, 8’i tutmayabilir. Kötü niyetli yapmıyorum ki! Geçenlerde arkadaşım söyledi. Ahmet Çakır, benimle ilgili yazı yazmış. “Tahminleri fos çıktı” diyor. Galatasaray, Erciyes’i yener demişim. Yenmemiş. “Bakın. Yanlış tahmin yaptı” diyor. Yapabilirim. Çok doğal.

Çakır, düşmanlık mı besliyor size yoksa?
Hiç bilmiyorum. Diyelim ki; Ahmet Çakır, “Beşiktaş, Trabzon’u avantajla yenebilir” dedi. Yenemedi. Ben, ona itiraz etmem. Bunlarla uğraşıyorum. Demek ki dediğiniz gibi kendisinde bana karşı düşmanlık var. Yorumculukta 3-5 kişiden biri olduğum için belki de bunu yapıyorlar.
Sadece 3 sarı kart gördüm
Peki siz kimseye bulaşmaz mısınız?
Gördünüz mü? Futbolcuyken sadece üç sarı kart gördüm. Birinde hakemi aldatmaya yönelik hareketten, birinde yardımcı hakeme itiraz etmiştim. Haklıydı. Diğerinde de arkadaşım, hakeme küfür etti. Hakem, döndü beni gördü. Normalde atacaktı. Sarı kart verdi. Yorumculukta da kimseyle bir sorunum olmadı. Bilgin Gökberk’in tarzını da Ömer Üründül’ü de beğeniyorum.

Spor yorumculuğu camiasında çok kavga var mı?
Denk gelmedi. Ben hangi yorumcu, ne kadar para kazanır diye çok merak ediyorum. Ama hiç kimseye de sormadım.

Bir dönem Faik Çetiner’in ne kadar aldığı gündem konusu olmuştu.

Allah daha çok versin Faik ağabeye! Çok kazansın inşallah! Bizden üç kat fazla kazansın.

Niye? Bazıları az kazanıp diğerleri çok kazanırsa, eşitsizlik dizboyu olmaz mı?
Herkes kazansın. Ama Rıdvan olmak da kolay değil. Boşuna Rıdvan olmuyorsun. Ben Rıdvan olduğum için kazanıyorum. Maçtan önce haybeye oturup da yatmıyorum. Antremana da katılıyorum.

Peki bir yorumcu, birinci ligde top koşturan bir futbolcudan daha fazla kazanabilir mi?
Hayır. Türkiye’de dört büyükte oynayanların kazandığı para çok konuşuluyor. İkinci ligdekiler mağdurlar. İyi bir yorumcu, dört büyükteki futbolcuların kazandığının 3’te birini alır.

Ses kaydı bana ders oldu
Ekranda hiç rastlamadım ama çok küfür eder misiniz?
Etmem de bazen hanım “Küfürlü konuşuyorsun” der.

Bir zamanlar küfürlü konuşmanızın olduğu ses kaydı hasıl olmuştu medyada.
Galatasaray’ın bir maçı vardı. Devre arasında yayın reklama girdi. Yönetmen Musa Çözen, şeker gibi bir adamdır. Acayip konuşur, beş kelimenin dördü küfürlüdür. O arada ağzımızdan bir küfür çıktı. Hata yapmışız. Şimdi de küfürlü konuşmaya başlayınca aklıma geliyor. Bu, bana ders oldu.

Kimseye beddua etmem!
Futbolun efsanesi. Bu sıfat size uyar mı?
Bana sormayın. Ben kendime yakıştırıyorum. Ama tabii ki bu sıfatı insanlar bana yakıştıracak.

Çok mu alçak gönüllüsünüz?
Genelde öyleyimdir. Pardon ama onu da başkası değerlendirsin.

Hayatta çok fazla tevazu sahibi olduğunuzu düşünür müsünüz peki?
Düşünürüm. Çok enteresan sorular bunlar!

Peki mütevazılık, sizi çok yaralar mı?
Çok. Mütevazı olduğunuz zaman suistimal çok olur.
Son günlerde sizi yaralayan olay nedir mesela?
Ben çok iyi niyetli düşünürüm. Hayatta küs olduğum kimse yoktur.
Beddua ettiğiniz biri bile olmadı mı?
Hayır. Hiç etmedim, etmem de. Kimseye küsmem. Sadece araya mesafe koyarım.
O zaman canınızı çok acıtan biri hiç olmadı.
Olmuştur belki de üzülmüşümdür ama geçmiştir. Uğraşmam iki gün öncesiyle.

Gülçin Günay/Tercüman

*************


"Milli Takımın seyircisi yok"

Sporx.com yazarlarından Saadet Özcan 'futbolun şeytanı' Rıdvan Dilmen ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdi... Yunanistan karşısında abandone olmuş bir boksörü andıran Ulusal Takımımızın geçen zamanla birlikte Norveç karşısında şansının artacağına inanan Rıdvan Dilmen, galibiyet ibresinin bizde yana olduğunu düşünüyor. Nijeryalıların ve Kamerunluların dahi dünyanın her yerinde takımlarını desteklediklerine dikkat çeken Dilmen, Ulusal Takımın seyircisi olmadığı kanaatinde...Fenerbahçe’ye Gökhan Gönül’ü kendisinin tavsiye ettiğini söyleyen Dilmen, sarı-lacivertil kulübe başka bir yıldız adayını daha tavsiye ettiğini söylüyor. Ancak Rıdvan Dilmen ser veriyor, sır vermiyor, bu futbolcunun adını söylemiyor.

***

Onunla ilk randevum değil bu... EURO 2008 elemelerinin 24 Mart 2007’deki ilk Yunanistan maçı öncesi de görüşmüştük, Sporx.com için özel olarak hazırladığım röportajlar listesinde...

Bu kez yine başka bir Yunanistan maçı sonrasında (17 Ekim 2007), randevulaşıyoruz Rıdvan Dilmen ile... Futbolculuk günlerinde formasını taşıdığı Sarı-Lacivert renklerin taraftarı olsun ya da olmasın tüm sporseverlerin sevdiği bir isim oldu Rıdvan Dilmen...

Hele yorumlarındaki isabet sonrası, Türk sporseverleri bambaşka “şeytan” ile tanıştı. Şimdi alanındaki yapıcı eleştirileri ve derinlemesine analizlerin sahibi Rıdvan Dilmen ile yine Ulusal Takımımızı ve futbolumuzu konuşalım diyerek buluştuk Ulus Parkı'nda...
Nefis nefis bir hava... Boğaza nazır eşsiz bir manzara eşliğinde tam sözleştiğimiz saatte, ciğerlerime İstanbul dolduruyorum doya doya... Girişte karşılaştığım Alaska kurdu ile kısa bir sevgi gösterisinin ardından masamıza oturmamızla Rıdvan Dilmen'i karşımızda bulmamız bir oluyor.

Foto muhabiri arkadaşım Bora Toprakcı'nın özellikle istediği köşeye oturuyor Rıdvan Dilmen, biraz sonra fotoğraf çekimleri sırasında yaşayacağı durumu bilmeden.. Renkli gözlü insanların güneşe bakabilmesinin ne kadar zor olduğunu hep birlikte test etmiş olduk da!..

Ben ise, o sakin mütevazı edasından ödün vermeden karşımızda oturan Rıdvan Dilmen'e sorularımı yöneltmeye başlıyorum. Tabii, dolayısıyla ilk sorumuzda ulus olarak 'yeneceğiz' diyerek hazırlandığımız fakat, büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımız Yunanistan maçıyla ilgili oluyor...

“ABANDONE OLMUŞ BOKSÖR GİBİYDİK”

- Tüm ulus olarak bu kazanacağımızdan o kadar emindik ki, Yunanlıların ilk kez bizi, hele de evimizde, yenmesi gerçekten hepimizi yaraladı. Üstelik acil olarak puana ihtiyacımızın olduğu bir sırada... Nasıl değerlendiriyorsunuz komşu ile oynadığımız bu maçı?
“Milli Takım'ın Yunanistan maçında zamanlaması kötüydü. Moldova maçından sonra çok zayıf bir takımla dahi oynasak, kazanacak durumda değildik. Üst üste gelen kötü sonuçlardan sonra sahaya çıktık. Oyuncular çok demoralize olmuşlardı. Şimdi bu aradan çok ciddi şekilde faydalanabilirsek, Norveç'e karşı kazanabiliriz. Bazı boksörler vardır, dayak yerler ve gonk sesini beklerler. Biz de o durumdaydık. Psikolojik olarak da abandone olmuştuk.”

- Bunu aşabilecek durumda mıyız? Bir dönem milli maç yapmayacak olmamız da takım için toparlanma şansı yaratacaktır değil mi?
“Zaman... Evet, Norveç ile çok kısa bir zamanda oynayacak olsaydık, işimiz daha zordu. Fakat aradaki zaman takımın toparlanması için fırsat yaratıyor.”

- Neden böyle oldu? Toplumsal olayları da futbolcularımıza ve ulusal takıma mal ederek, dehlizi biz mi yarattık acaba?
“Olayı bu kadar dramatize etmemek lazım... Sonuçta herkes profesyonel ve bazı şeyleri aşmış oyuncular. Oyunun son döneminde çatlak sesler yükseldi Fatih Terim için. Fakat, kulübeden çıkmayan Fatih Hoca bu kez piste çıktı. Tersine iş yaptı yani...”

“FATİH HOCA'NIN TAVRI DİK DURMAK ADINADIR”

- Bu bir meydan okuma mıydı sizce?
“Bu dik durmaktır... Başarıya herkes sahiplenir, başarısız olduğunuzda ise kimseyi bulamazsınız. Sırf antrenör için değil, futbolcu için de böyledir. Biz Avrupa ve dünya Şampiyonalarının gediklisi bir ülke değiliz. İngiltere ya da Hollanda hiç değiliz. Bize şöyle bir fırsat doğdu. İlk periyotta 5 maç 13 puan. Ciddi bir tablo tabii. Biz de farklı düşünmeye başladık. Özel maçlarda düşüş gösterir takımlar, bizde de öyle oldu. Moldova ve Malta maçlarında kaybedilen puanlar çok önemli puanlardı. Norveç, Türkiye, Yunanistan kuralar çekildiğinde belli ki başa güreşecekler. Bu takımlardan en az puan kaybeden, en şanslıydı. Yunanistan ve Norveç puan kaybetmedi, biz kaybettik. Dolayısıyla Yunanistan maçında da hiç beklemediğimiz bir mağlubiyet geldi. Ortaya şu çıktı ki; biz savunma yapan takımlara karşı oynayamıyoruz. Gol atmanın dışında, savunma yapmaya dahi zorlanıyoruz. Ani ataklara cevap veremiyoruz.”

- Gruptan çıkabilecek miyiz dersiniz?
“Bizim takımımız Norveç'ten iyi bir takım. Norveç'i yenebileceğimizi düşünüyorum. Şansımız yüzde 50-50... Benim şahsi görüşüme göre tabii. O kadar karamsar bir tablo görmüyorum...”

- Bu zaman yaraları sarmaya yeter ve o psikolojiden oyuncularımızda sıyrılmış olurlar umarız...
“Şampiyonlar Ligi, vb. derken gündem değişiyor. Toparlarlar yani...”

“SİYASETTE İSABET KAYDEDEMİYORUM”

- Futbolculuğunuzdan ziyade yorumcu yönünüz artık ayrı bir Rıdvan Dilmen markası haline geldi. Fakat, futbol maçlarındaki başarı ibresi siyasette aynı tekrarı gösteremedi. 'Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olur' demiştiniz, tutmadı. Neden?
“O, yeşil saha değildi, ondan tutmadı!.. Evet, kendi işimi yapacağım. Bir seyahate gitmiştim. Orada aldığım izlenim o yöndeydi. Demek ki benim siyasetle ilgili yorum yapmamam lazım!..”

- Tahmin, bir yetenek mi yoksa bilgi midir?
“Bilgi... Bunun yeteneği olmaz. Gözlem, bilgi ve birikim. Hatta daha da önemlisi, araştırmak ve çalışmak... Güntekin Onay ile çalışıyorum, NTV Spor Servisi'nde çok başarılı insanlar var. Bir maç yorumlayacaksam, bir hafta o maçı çalışıyorum.”

- Nasıl bir çalışma yöntemi bu?..
“Oyuncuların özelliklerini tek tek analiz ederim. Savunması mı iyi, hücum mu iyi, Hangi ayağı kuvvetli, kontratak oyuncusu mu, savunmayı seviyor, Türkiye 2. Ligi de dahil.”

“FENERBAHÇE’YE YENİ BİR OYUNCU DAHA TAVSİYE ETTİM”

- Maçları izler misiniz? Yoksa ekran karşısından mı çalışıyorsunuz?..
“Maçlara sık sık giderim. PAF maçına dahi gidiyorum...”

- Bir maç sırasında harikulade bir yetenek gördünüz, bunu başkalarıyla da paylaşır mısınız?
“Ben menajerlik yapan bir insan değilim. 'Şurada bir oyuncu dikkatimi çekti' şeklinde tavsiyede bulunuyorum. Mesela bu Gökhan Gönül konusunda... Aziz Yıldırım, ‘İkinci. ligde eli ayağı düzgün oyuncu var mı’ dediğinde ‘Ben Gökhan Gönül’ü birkaç kez izledim, yetenekli’ dedim. Antrenörde bizim camiadan olduğu için Metin Diyadin de izledi. Hocasından da iyi not alınca transfer ettiler. İlginç oyuncular denk geliyor yani... Var şimdi yine bir tane mesela, söyledim...”

- Sürpriz mi?..
“Evet.”

- Bu gözleminizi kimle paylaştınız, yine Fenerbahçe ile mi?..
“Evet, Fenerbahçe'ye söyledim.”

- Yıldız adaylarının tüyosunu devamlı Fenerbahçe'ye mi vereceksiniz?!..
“Yoo.. Bir dönem Adana'dan çalışırken Necati ve Volkan ile ilgili konu olmuştu. Beşiktaşlılar da, Galatasaraylılar da sordu. Bu iki oyuncuyla ilgili bildiklerimi anlattım. Daha sonra Fatih Terim aldı. Olur olmaz, oyuncu bazen adaptasyon sorunu yaşayabilir. Benim şu an tavsiye ettiğim oyuncu 10 sene milli takım da oynar.”

“KİMİ BÜYÜK YARIŞLARDA ALTILI OYNARIM”

- Altılı ganyan oynamayı bıraktınız mı?
“Evet, atlarımı verdikten sonra onu da bıraktım. Bazen evdeyken hoşuma gidiyor, büyük yarışlarda oynuyorum...”

- Gazi Koşusu sahibi bir atınız olsun isterdiniz herhalde?
“Bir atım Gazi Koşusu koştu. Beşinci oldu... Önemli koşular kazandı benim at. Fevzi Çakmak Koşusu, Kısrak Koşusu ve çok sayıda derbi kazandı.”

“YİNE ATIM OLSUN İSTERİM”

- At yarışı eskiden de oynar mıydınız?
“Tabii, atlarımın yanına gidiyordum. Çok güzeldi. Ailece görüştüğümüz bir dostumun sayesinde oldu. Yine atım olsun isterim...”

- Rıdvan Dilmen olmak kolay mı?..
“Kolay... Ben çok memnunum hayatımdan.”

- İnsanlar, taraftarlar, hangi takımdan olursa olsun sizi çok güzel bir yere koydular.
“Evet, sağ olsunlar... Hakikaten kimseyle sorunum olmaz. Sevmeyenim de vardır. Ama ben hayatımda hiçbir olaya negatif bakmam. Ben eleştiri yapıyorum, ama bazıları ‘Bu antrenör değil, bıraksın’ diyor mesela. Bu ciddi bir eleştiridir, ama ben şöyle eleştiririm ve daha ağırdır esasında, ‘Takımın fizik gücü yerinde değil’ derim. İlk söz direkt hakarettir. Ama benim sözlerimi antrenör okuduğunda ya da duyduğunda rahatsız olur. Dikkate alır, değerlendirir. Fizik gücünü veren teknik ekiptir. İnsanlar yorum yaparken belge sunamadığı için ‘antrenör değil’ deyip geçiyor. Çünkü bilmiyor... Bilmediği ve öğrenmediği konuda yorum yapınca, madara olmak çok kolay...”

“ÇALIM YEMEYECEK OYUNCU, GOL YEMEYECEK KALECİ YOKTUR”

- Bu kadar hassas düşünmenize, futbolculuk artı antrenörlük tecrübeleri mi neden oluyor acaba?..
“Elbette... Ben bu durumların birçoğunu futbolculuk günlerimde de, antrenörlüğümde de yaşadım. Mesela bir gün Aygün'ü oynatıyorum. Takımda da 4 tane sakat var, Aygün hasta, 39 derece ateşi var, sağ olsun oynadı. Fena da oynamadı, tansiyonu filan düşünce devrede, ‘Hocam, çıkarır mısın beni’ dedi, çıkardım, çünkü oynayamıyor. Ertesi gün spor sayfalarından manşet: ‘Aygün oyundan çıkarılır mı?’ Bilmiyorlar işte. Yaşadığım için oyuncu psikolojisini de düşünüyorum. Siz maç izler misiniz?..”

- Elbette..
“Maçta bir takım öne geçer. Diyelim ki Fenerbahçe... Bir takım öne geçer. Son dakikalarda kendi sahasında kalır. Millet ne diyor, ‘Kardeşim, çıksanıza’ ya da ‘defansa çekti takımı’. Hiçbir antrenör takımını geriye çekmez, son dakikalarda inisiyatif tamamen sahadaki 22 oyuncuya geçmiştir. Burada en önemli unsur, psikolojiktir. Maç bitsin diye bekler, top kendisinden uzaklaştığında saate bakar futbolcu. Sporcu içgüdüsel olarak geriye yaslanmıştır. Futbol rakiple ve kolektif oynanan bir spordur. Futbolcu atlet değil. Mesela bir oyuncu gol atar, ‘İbrahim Üzülmez nasıl bir hata yaptı’ denir. Kardeşim sen önündeki futbolcunun yeteneklerine baksana... Çalım yemeyecek oyuncu, gol yemeyecek kaleci yoktur. Uyarırsın... Ben işin o kısmına bakıyorum..”

- Futbol bir matematik midir?
“Hayır... Oyuncuların kalitesini siz de, ben de bilebiliriz.”

- Veriler ortada yani...
“Ancak, öğrenmenin de yaşı yoktur. 40 yaşında antrenör olursun genç derler. 60 yaşıma geldiğimde, Allah ömür verirse, o gün de bir şey görürüm. Bu Fatih Terim için de Feldkamp için de geçerlidir. İşte son örnek, Feldkamp, Bordeaux maçından bir şey çıkarmıştır. Onu kimseyle paylaşmaz, kendisinde birikir. Tecrübenin de adı oradan gelir.”

- Evet, hayatta satın alınamayacak tek şeydir tecrübe...
“Çok ilginç yorumlar görüyorum ve gülüyorum. Bir oyuncunun oyundan çıkarılması yorumlanıyor. ‘Morali bozuktu’ diyerek. Sebebini ise açıklarken, ‘O, oyuncu benden iyi değil ki, neden beni çıkarıyor’ imiş. Bir kere hiçbir oyuncu maçtan alındığı için sevinmez. Bu yorumu yapan kişi futbol oynamış olsaydı bunu bilirdi.”

- Ama bilirsiniz ki herkes antrenör, herkes ekonomist, her birimiz de siyasetçiyizdir!..
“Evet, buna katılıyorum. Bakın geçenlerde bulunduğum bir ortamda yaşanan bir olayı paylaşmak istiyorum sizinle... Kadrolar geldi, adam şöyle diyor. ‘4-4-1-1 oynayacağız beyler, dinleyin.’ Sen, 4-4-1-1'i nereden biliyorsun?!.. Öyle de oynamadı takım zaten!.. 4-3-2-1 oynadılar... O hala 4-4-1-1 zannediyor. Bu konuda hata bizde de var, yani bende de var.. Yorumculuğa benim de başlamamla birlikte oyun sistemlerini çok konuşmaya başladık. Bu da seyirciye bu şekilde yorumlar yapabilme cesareti verdi...”

“HERKES LİVERPOOL'A OYNAMIŞ!”

- Avrupa için yürüyen takımlarımız iddialarını da sürdürüyorlar. Son Beşiktaş-Liverpool maçı için neler söylersiniz?..
“Maçı gurur duyarak izledim. İkinci yarının özellikle 15 dakikası mükemmeldi. Beklenen bir galibiyet değildi. Bugün İddaa oynayanlardan kime sorsam, herkes Liverpool'a oynamış. Bugün bir arkadaşa da söyledim. 'Beşiktaş yenilse ve kazansan o parayı yiyebilecek misin?' En azından oynamayın... Sonuçta Liverpoll favoriydi. Ama Beşiktaş kazandı...”

- Zor oyunu bozdu sanırım.
“Kulüp takımlarımızın bir yere gelebildiğini görüyoruz. Son 2 yıllık periyoda baktığınızda Fenerbahçe Avrupa'daki karşılaşmalarında kora kor maçlar çıkarmıştır.”

- Bu nereden kaynaklanıyor. Kulüp takımı ve Milli Takım başarılarının cesareti diyebilir miyiz?..
“Kendine güveni geliyor oyuncunun. Uluslararası maç tecrübesinin yanı sıra oyuncunun da kalitesi tabii ki...”

- Kuşak değişti değil mi?..
“Yabancıları unutmayalım. Aynı zaman diliminde, Milli Takım başarısız, kulüp takımları başarılı... Roberto Carlos'u da Alex'i alırsanız. Ekonomi güçlendi. Fenerbahçe'nin bütçesi geçen sene UEFA'da final oynayan takımlardan daha kabarık.”

- Fenerbahçe artık bir dünya kulübü olma yolunda...
“Oyuncu kalitesinin dışında, ekonomik gelirleri çok arttı. Kulüp gelirleri sıralamalarında yayın gelirleri ilk sıradadır. Oysa Fenerbahçe'nin artık yayın gelir üçüncü sıraya düşmüştür. İlk sıraları tribün gelirleri teşkil ediyor.”

FENERBAHÇE KASIMPAŞA'YI YENER DİYEMİYORUZ

- Fenerbahçe'nin bugünkü oyununu nasıl yorumluyorsunuz?
“Zico ile ilgili ben de eleştirilerde bulunuyorum. Fenerbahçe'nin güçlü bir kadrosu var. Var ki, Şampiyonlar Ligi'nde Inter'i yeniyor. Deplasmanda CSK Moskova'ya 2 gol atabiliyor. PSV maçında bir tane dahi pozisyon vermeden maç bitebiliyor. Öyle bir gruptasınız ki, bu takımlar geçen sene ülkelerinde şampiyon olmuş ya da kıl payı kaçırmış takımlar... Fenerbahçe uçakla dönüyor Türkiye'ye, aynı kadro ile Kasımpaşa maçına çıkıyor. Bunu ben gariplik olarak görüyorum. Avrupa'da kora kor oynayan takımlar, burada 8 kişi savunmada oynuyor. O halde oyun formatınızı ve oyuncu kadronuzu değiştirmeniz gerekecek. Çünkü, Şampiyonlar Ligi'ne katılabilmeniz için öncelikle liginizi kazanmanız gerekecek. Bir de psikolojik yönü var ki, Fenerbahçe bunu yeni yeni aşmaya başladı. Mesela, ‘Fenerbahçe Kasımpaşa'yı yener’ diye direkt söyleyemiyorsunuz.”

- Neden?
“Biri söylediğim gibi taktiksel bir diğer sebebi ise şu: Anadolu takımlarında da oynadım. Anadolu kulüpleri Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarına farklı bakarlar. Çünkü, vitrin maçıdır. Fenerbahçe'deki yıldız oyuncular da, Türk oyuncular da Inter maçına farklı bakıyor. Burada da lider devreye girince o da Türkiye'deki itici gücüne göre şekilleniyor.”

“NTV İLE GÖNÜLDEN SÖZLEŞMELİYİM!..”

- Şu an iyi bir yorumcu, Süper Lig'de top koşturan bir futbolcu kadar kazanabilir mi?
“Hayır. Gerçi bizler çok şükür para kazanan kategorideyiz. Birkaç ağabeyimiz, kardeşimiz daha var. Bunun dışında da zannetmiyorum.”

- Maçı ekrandan mı izlersiniz?
“Mesela Trabzon'daydım. Yayınım olduğu için. Yayınım olmazsa stattan izliyorum. Yayın 23:00'teyse 19:00'da maça gidiyorum. Maçtan gelip, yorumluyorum. Çıplak gözle maç seyretmeyi her zaman tercih ederim.”

- Size keyif veriyor mu? Hiç zul olarak gördüğünüz oluyor mu maçı izleyip, seyredenler için yeniden yorumlamak. Sorulara yanıt vermek...
“Seviyorum. Ama bana sorsalar futbolculuğu tercih ederim.”

- Bir sıralama yapmanızı istesem...
“Önce futbol, sonra antrenörlük. Yorumculuk üçüncü sırada kalır. Türkiye'deki kulüplerin şartlarından dolayı. Yoksa NTV kapıdan kovsa bacadan girecek kadar çok seviyorum orayı!.. Spor Müdürümüz Fuat Akdağ inanılmaz bir insan. Spor ekibimiz çok iyi... Bir aile gibiyiz NTV'de.. Gönülden sözleşmeliyim. Sabah 9:00'da gidiyorum şirkete, akşam 16:00’ya kadar oradayım. Kimse bana gel demiyor. Seviyorum ortamı.”

“BREZİLYA ŞAMPİYON OLDU LİGİNDE OYNAYAN TOPÇUSU YOKTU”

- Liglerimizde yabancı oyuncuları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayılarının artması takımlar açısından vitrini güzelleştiriyor belki. Peki ulusal takımımıza ve futbolumuza zarar getirir bir yönü var mı sizce?
“Şimdi bu olaya iki yönlü bakalım. Siz zararlı görebilirsiniz, haklı sebepleriniz vardır. Ben de derim ki, ‘Hayır, yabancı kontenjanı açık olsun, Türk futboluna herhangi bir zararı dokunmaz’... Sizin söyledikleriniz sizi, benim sebeplerim de beni haklı çıkarır. Örneğin, Yunanistan Milli Takımı'nın Avrupa Şampiyonu olduğunda kendi liginde oynayan oyuncusu yoktu. Brezilya Milli Takımı Dünya Şampiyonu olduğunda kendi liginde oynayan futbolcusu yoktu. Bugün Fransa, hem Avrupa hem Dünya Şampiyonu olduğunda ülkesinde oynayan oyuncusu bulunmuyordu. Başka bir konu da, bizim gurbetçi oyuncularımız da gelip Milli Takım'da oynaması. Demek ki, yabancılar gibi bizim vatandaşlarımız da var Avrupa Ligleri'nde oynayan... Jenerasyon değişiyor. Bizim ise bugünkü jenerasyon hücumcu oyuncularımızın iyi olduğu bir jenerasyon. Savunmacılarımız az. Gökhan ve Servet iyi oyuncular fakat, alternatiflerini göremiyoruz. 33 yaşındaki Emre'yi mecburen takıma alıyoruz. Çünkü, tecrübeli. Belki bir 10 sene sonra acayip iyi savunmacılar gelecek. Şu an İngiltere Milli Takımı dünyanın en iyi orta saha ve savunma kadrosuna sahip. Ama hücumcusu yok.”

- Devşirme futbolcu olayına nasıl değerlendirirsiniz? Mehmet Aurelio gibi futbolcuların Milli Takım formasını taşımasına nasıl bakıyorsunuz?
“Başarılı futbolcuların ülkemiz formasını taşıması ülkemiz adına gurur verici. Ama tasvip ediyor muyum?.. Yüzde 50-50 . Kararsızım...”

- Son Yunanistan maçında Volkan ile Aurelio öne çıkan isimler oldu gerçi...
“Ben sahada 11 adam ve giren 3 futbolcu gördüm. Volkan ile Aurelio'yu ayırmak istemiyorum. Oyuncuların dönemleri olur. Ayrıca Mehmet Aurelio'yu beğenmedim. Volkan'ı beğendim ama Aurelio ne yaptı?.. Ondan aldı, ona verdi. Riske girmedi hiç...”

- Takım çok eleştirildi bu maçta... Terim'e 'İstifa' sesleri, ulusal takım eleştirileri yorumunuzu almak isterim...
“Türk Milli Takım oyuncusu yuhlanmaz... Kesinlikle yuhlanmaz, öncelikle bu kültürümüzü artırmamız gerek. Dünyanın her tarafında milli takım taraftarı var. Bizim ise yok.”

- Ulus olarak ülkemizi de Ulusal Takımımızı da çok seviyoruz halbuki...
“Japonya'da Milli Takım'ın 50 tane seyircisi yoktu bile...”

MİLLİ TAKIMIN SEYİRCİSİ YOK

- Fakat, biraz da şartlarla ilgili değil mi? Ben de çok isterdim ülkemi Güney Kore'de izlemeyi ama...
“Mutlaka... Kamerunluların şartları bizden daha iyi demek ki, gidiyorlar ülkelerini peşinden... Bizim Milli Takım taraftarımız yok. Maç olduğu zaman maça geliyorlar. Ama ben bir Türk'ün gidip İsrail'de maç seyrettiğini bilmiyorum. İsviçre ve Avusturya'daki işçilerimiz maça geliyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin Türk Milli Takımı ile gelen seyirci yoktur. Ama Nijerya'dan 10 bin kişiyi bulabiliyorsunuz Dünya Kupası'nda...”

- Lige dönersek, 5. bir şampiyon bekliyor musunuz?
“Hayır...”

- Sivasspor ligi kaçıncı tamamlar size göre?..
“Beşinci ya da dördüncü olur. Üçüncü olmaz.”

“ŞAMPİYON 3 BÜYÜKLERDEN BİRİ OLUR”

- Lig sonunda şampiyon kim?
“Belki klasik olacak ama, 3 büyüklerden biri...”

- Futbol ciddi bir sektör. Bu dünyada olduğu gibi bizde de yöneticileri heyecanlandırarak farklı kararlar almaya yöneltebilir mi?
“Türkiye'de sadece dört büyükler yok. Dört büyüklerle diğer ligdeki 14 takımın kazandığı ücret arasında yarı yarıya bir fark var. 2. Lig'de bu daha da düşüyor. Ekonomi düzeldikçe, kasaya giren para artıkça, antrenörlerin işi zorlaşıyor. Araştırın göreceksiniz. 2. Lig’de kongreler olmuyor artık. Ben hatırlıyorum, yılda en az iki kez başkan değişirdi. Şimdi, başkan değil ama antrenör değişiyor. Eskiden gelir olmadığı için başkan, ‘Eyvah! 50-100 daha ne kadar vereceğim’ deyip gidiyordu. Şimdi İddaa'dan ortalama 1.5 milyon dolar kazanıyorlar ikinci liglerde. İdareci için rant var. Oyuncuya verdiği sözü tutabileceğini hissediyor. Hoş yine de çoğu futbolcunun parası ödenmiyor. Anadolu kulüplerine gidin, araştırın... Kulüplerin 13-14'ünde bir kuruş para almadan oynuyorlar. Malatyaspor’a, hatta Kocaelispor’a, Sakaryaspor’a bakın, anlaştıkları paraları alamıyor oyuncular. Hep mahkemelerde. Çoluk çocuk geçindiriyorlar. Çok zor... Kanun da çocukların yanında değil. Vergiden kaçırmak için kulüpler federasyona az para gösteriyor. Ve futbolcu imza atmış. Federasyon, 'Ben anlamam o işten' diyor. Tahkim, 'Bana gelme' diyor. FIFA ise 'Kendi işini kendin hallet' diye geçiştiriyor.”

- Altı takımdan sekizi teknik direktör çeşitli sebeplerden takımından ayrılmak zorunda kaldı. Bu sağlıklı mıdır?
“Değil, tabii mümkün değil. Bakın istikrardan bahsediyoruz. Demek ki istikrar yok. Kulübünde istikrarlı olması mümkün değil. Fenerbahçe örneğine de bakacak olursak, çok iniş çıkışlar gösteren bir kulüp iken son 6 yılda, 2 antrenörle çalıştı. Sene de 3 tane değiştiriyordu, şimdi 6 yılda 2... Sezon sonunda teknik adamlarını değiştiren isimlere bakarız, nerelere gelmiş görürüz!..”

- Avrupa'daki başarısının temelinde yatan sebepte bu olabilir mi?
“Christoph Daum'un oynattığı oyun şablonunu Zico aynen devam ettiriyor. Zico'nun başarısı da buradan geliyor. Onun ayak izlerini takip ediyor. Zico işgüzarlık yapıp, 'Bana ne kardeşim, onun sistemi geride kaldı' diyebilirdi. Ama bu yol daha akıllıca.”

Rıdvan Dilmen, lige dair tahminleri ve düşünceleri işte böyle... Norveç maçı içinse hayli umutlu... Bu gruptan çıkan ülkelerden birinin biz olacağı kanaatinde... Dediği gibi bu konu siyaset değil, işi olun branş... Yani en fazla isabet kaydettiği alan...

Umarız, Ulusal Takımımız ile birlikte bu kez de hepimizin hayal ettiğimiz neticeye ulaşırız!..

Haydi bakalım rast gelsin!..

Röportaj: Saadet ÖZCAN
Fotoğraflar: Bora TOPRAKCI

12.11.2007

Kaynak : Sporx.com



BİZİM MESSİ: RIDVAN DİLMEN


BİZİM MESSİ: RIDVAN DİLMEN

“Bugünkü aklımla genç olsaydım, Barcelona’da oynardım” dediğinde, onu futbol oynarken canlı izlemenin eşsiz mutluluğundan mahrum kalan zamane çocukları gülüp geçtiler. Az sonra aynı kanalda o Barcelona’nın maçı başladı. O zamane gençlerinden olan futbol tutkunu kuzenim “Abi, bak işte Barcelona bu, Messi Barcelona!” dedi. Gülme sırası bana geçti. “Biraz önce televizyonda yorumcu diye dinlediğin adam 1989 yılının Messi’siydi, hatta belki Messi’den bile iyiydi! Çünkü yanında ne Ronaldinho ne de Henry vardı. Teknik direktörü de Rijkaard değil beraber at yarışı kuponu yaptıkları Veselinoviç’ti!”

“O zaman neden Barcelona’da oynamadı?” sorusu Rıdvan Dilmen’in başına bela olan lakabını hatırlatacak kadar şeytaniydi. “O zamanlar Barcelona’yı sadece kupalarda finale kaldığında ya da bizim takımları madara ettiğinde izleme şansımız vardı da ondan…” deyip Rıdvanvari bir çalımla markajından kurtuldum. Messi, top ayağındayken birden Harley Davidson gibi hızlanıp Vespa gibi fren yaptığında, tüm rakipleri İstanbul köprü trafiğindeki son model ciplerin haline düşüyordu. Ama ben bu filmi daha önce hem de kanlı canlı izlemiştim. O gün de Messi’nin ayağında bambaşka bir hayata dönüşen futbol topunun içindeki gizli dünyada bir kez daha o filmi izlemeye başladım.

1962 yılında Ege’nin en şen şakrak yörelerinden Nazilli’de doğmuştu. Nazilli’nin neredeyse tamamı zeytinyağı işiyle uğraşırken, Rıdvan Dilmen başka bir kadere doğru koşmak istercesine atletizme gönül vermişti. Ama futbol topu değil hiçbir atletin, hiçbir futbolcunun bile ayağına bu kadar yakışmadığı için Nazillispor yöneticileri onu hemen futbol takımına aldılar. 1979 yılında Muğlaspor’da profesyonel futbol oynamaya başladığı zaman Messi’nin Barcelona’da futbol sanatının tüm inceliklerini icra etmeye başladığı zamanki gibi sadece 17 yaşındaydı.

Sadece, kanatta ya da sahanın herhangi bir yerinde topla o zamanki tüm Türk kısa mesafe atletlerinden çok daha hızlı giderken aniden bir Alfa Romeo gibi fren yapıp savunma oyuncularını kafa kafaya çarpıştırdığından değil, Xabi Alonso gibi arkası dönükken bile müthiş isabetle dağıttığı paslarından, yanında Gerrard’ı bile vasat bırakacak oyun zekasından dolayı daha 17 yaşındayken “Şeytan” oluvermişti. Muğlaspor teknik direktörü Kemal Dirikan, o güne kadar Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında eşine rastlanmamış oyun zekasını kutsamak için Tanrı’ya isyan eden meleğin adını ona layık görmüş, ama bir yandan da hiç istemese de hayatı boyunca başına bela olacak bu isimle özdeşleşmesine neden olmuştu.

Halbuki Rıdvan demek, cennet kapısında nöbet tutan, elinde cennetin anahtarını tutan melek demekti. Oyun zekası şeytana bile pabucunu ters giydirecek kadar eşsiz olsa da asıl komple bir futbolcu olarak bize yaşatacakları adının gerçek anlamına yakışır cinstendi. O yıllarda İngiltere’den 8 yerken, topla sadece 9 kez santra yapmak için buluşacak olan Rıdvan, bir dahaki İngiltere maçında, o zamanlar Avrupa’nın en iyi savunmacılarından olan Kenny Sansom ile Terry Butcher’ı kafa kafaya çarpıştırıp fena halde incinen gururumuzu biraz olsun okşayacak, futbolsuz bir çöldeki en güzel, en uzun vaha olacaktı.

Bize yaşattığı futbol cennetinin anahtarı elinde değil, kafasının içindeydi. Belki de o kafanın içindekini en güvenli şekilde korumak için o Beatles kakülünü hiçbir zaman kesmedi. Zaten sakalını kestiğinde Beatles’ın dünya tatlısı davulcusu Ringo Star’ın ikizi gibiydi. Nasıl Ringo davula her vurduğunda o asla dökülmeyecek gibi duran saçlar havada en güzel şekilde uçuşuyorsa, Rıdvan da her maçta rakip savunmaları hallaç pamukları gibi attığında, o saçlar en stil çalımları atan ayaklar gibi ahenkle raks ediyordu. Bugünlerde de televizyonda her heyecanlanıp, düşeş bir yorum yaptığında yine o saçlar top ayağına gelmiş gibi havalanıyor, dans etmeye devam ediyor. Bazen Rıdvan’ın bir anda ayağa kalkarak, Güntekin’e ya da Burcu Esmersoy’a bacak arası atacağı hissi içimizde uyanıyor.


İlk olarak 1980 yılında Muğlaspor’dan sonra Boluspor’a geçtiğinde hayatımızın ayrılmaz parçası oldu. 1983’te Sarıyer’e transfer olmadan önce Beşiktaş devreye girmiş ama “Savunma yönü sıfır ve çok çelimsiz, zaten bizde Sinan Engin var” denilerek istenilen para çok bulunup transferinden vazgeçilmişti. Ama Sarıyer’deki ilk sezonundan sonra o transferden vazgeçenler, kafalarını duvara vurmaya başladılar. O sezondan itibaren 1987’ye kadar tam 4 sezon boyunca İstanbul’da Sarıyer fırtınası esti. Beşiktaşlısı, Fenerlisi, Galatasaraylısı, eğer maçlarımız aynı saatte değilse, mutlaka İstanbul takımına destek vermek için Sarıyer maçlarına gidiyor, Rıdvan’ın ayaklarının altındaki bambaşka dünyayı yaşıyorduk.

O zamanlar Rıdvan, Sarıyer’de 10 Messi gücündeydi. Üstelik Anadolu takımlarının Bizans üçlüsü olarak gördüğü İstanbul’un üç büyüklerinde değil de o zamanların en sempatik takımı Beyaz Martılar’da oynadığı için rakip savunmalar bu eşsiz yeteneğe daha bir insaflı davranıyordu. Hani mahalle maçlarında, babanın yanında getirdiği dünya tatlısı, Beatles traşlı, gözleri fıldır fıldır futbol aşkıyla dönen çocuk vardır ya, Rıdvan Dilmen de o zaman öyleydi. Sarıyer’in efsanevi oyuncuları, dökülmüş saçları ve hafif göbeğiyle Rıdvan’ı maça getiren babayı andıran Feridun, adı gibi çelebi bir adam olan pekala aynı Rıdvan’ın amcası deseler inanacağımız Çelebiç ve sonradan Fenerbahçe’de de beraber top koşturacağı Sercan’ın Rıdvan’la beraber verdiği resitaller, körü körüne bir rekabetten bihaber olduğumuz çocukluk yıllarının en güzel futbol rüyalarından birisiydi. Rıdvan’ın o maçlarda ağzımızda bıraktığı tat, maçtan sonra mutlaka yenen meşhur Emirgan böreğinden bile çok daha güzeldi.

Sarıyer rüyası bittiğinde, Rıdvan artık Bizans entrikalarının en büyüğünün tam ortasındaydı. Önce Ergun Gürsoy’a söz vermiş, gazetelerde Galatasaray forması ile resimleri yayınlanmış, sonra da Fenerbahçe tarafından kaçırılarak imza attırılmıştı. Ama Rıdvan yine de şimdiki futbolcu taklitleri gibi her yaptığı ahlaksızlığı “profesyonellik” olarak savunmaya çalışan sahte yıldızlar gibi değildi. O zaman da dobra dobraydı, fikri neyse zikri de oydu: “Galatasaray’dan ve Ergün Gürsoy’dan çok özür dilerim. Onlara söz verdiğimde Fenerbahçe devrede yoktu ama ben gerçekten de Fenerbahçeli’yim. Çok özür dilerim” Öyle içtendi ki bu sözleri söylerken kimse ona kızmadı. O da kimseye kızmazdı zaten. 1989-90 sezonunun 10 haftasında yine taraftarları ve yöneticileri kıramamış, oynaması şimdiki standartlara göre imkansızken iğneyle sahaya sürülmüş Trabzonlu Yesiç’in insafsız tekmesinden sonra hayat boyu hissedeceği acıya ve Juventus’a gidememesine rağmen Yesiç’e bile kızmamıştı. Sadece bir keresinde, Fenerbahçe şampiyonluğunu kutlamaya takımca Bülent Ersoy’u izlemeye gittiklerinde, kendisine “Şam şeytanı” diye hitap eden şarkıcı taklidinin kafasına dayanamayıp bardak fırlatacaktı.



1988-89 sezonunda Fenerbahçe 103 golle efsanevi bir şampiyonluğa imza atarken, Rıdvan Dilmen tam 19 gol atacak ve yaptığı 38 asist ile kırılması imkansız bir rekora imzasını atacaktı. O yıl, kartondan futbolcu maketleri veren Milliyet gazetesi Rıdvan maketini verdiğinde gazete tiraj rekorları zorladı. O sabah, Beşiktaşlısı, Galatasaraylısı, Fenerlisi o maketi heykel yapıyormuşuz gibi olabilecek en ciddi şekilde yaptık. Aynı günlerde Türk futbol edebiyatının Ahmet Hamdi Tanpınar’ı İslam Çupi köşesinin tamamını Rıdvan’a ayırdı: “Son yıllarda futbolu çok daha büyük bir zevkle izliyorum çünkü Rıdvan oynuyor”

1990 Dünya Kupası’na katılma hakkını kılpayı kaybeden Türkiye Milli Takımı’nın tartışmasız en büyük yıldızı yine Rıdvan Dilmen’di. Belki yıllardır özlemini çektiğimiz kupaya katılamayacaktık ama Rıdvan’ın Doğu Almanya ve Avusturya maçlarındaki Türk futbol sanatının Abidin Dino’su olarak gösterdiği eşsiz performans, bir zamanlar ayaklar altına alınan gururumuzu okşamakla kalmayacak, onun tüm dünya tarafından tanınmasını sağlayacaktı. Yıllar sonra “34 kez milli, 10 kez ameliyat oldum” derken o zeki ve komplekssiz insanlara özgü kendiyle alay edebilme özelliği o zamanlardan kalma olsa gerek. O maçlar hatırlatıldığında “8-0’lık İngiltere maçında top ayağıma sadece 9 kez santra yaparken değdi. Bunu da unutmayın” demesi ne kadar da Rıdvanca bir güzellik!

7 kez… Evet tam 7 kez… O ameliyatların sadece 3 tanesini olan Brolin 29 yaşındayken futbolu bırakacak, Milanlı Lentini asla kendine gelemeyecekti. Ama Rıdvan Dilmen, daha tam iyileşmeden, taraftarların aşırı sevgisine layık olmak ve biraz da kendisine sonsuz özgürlük tanımakla kalmayıp beraber at yarışı oynadığı hocası Veselinoviç’in kellesini kurtarmak içim defalarca iğneyle sahaya sürüldü. 3 Mayıs 1989 tarihinde oynanan muhteşem Fenerbahçe-Galatasaray kupa finalinde de maçın ikinci yarısını tarifsiz acılar içinde oynarken büyük bir efsaneye imza atıyor ama kariyerini de ateşe atıyordu. İlk devreyi Galatasaray 3-0 önde bitirmiş, o zamanların en fanatik Fenerbahçelisi Tamer Macit bile takımdan umudunu keserek skorun verdiği acıyı unutmak için iki şişe şarap alıp kendisini stadın hemen yanındaki Yoğurtçu Parkı’na atmıştı. Ama herkes o anda çekilen acıdan bir şeyi unutmuştu: Rıdvan Dilmen’in şeytana pabucunu ters giydirecek eşsiz oyun zekası!

İkinci devre başladığında, Rıdvan Dilmen, Veselinoviç tarafından sağ açıktan orta sahanın ortasına Oğuz Çetin’in yerine alınmıştı. Tam da herkes “Veysel, yine altıyı yatırdın” diye bu değişikliğe tepki verirken Rıdvan 45 dakikada tam 4 asist yaptı. Maç 3-0’dan 4-3 bittiğinde Rıdvan ve Veselinoviç hayatlarının en büyük kumarını kazanmışlardı. Sonrasında Rıdvan tarihinde at yarışı ve kumarla özdeşleşen Veselinoviç, hem zamanından önce Rıdvan’ı iyileşmeden sahaya sürdüğü hem de ona daha da fazla at yarışı illetini bulaştırdığı için bizden çok küfür yedi. Hangi ganyan bayiine gitsek hepsi palavra yarışında en önden gidiyordu: “Abi, Rıdvan’ın bize 20 milyon borcu var… Bize çok borcu var, evini ipotek ettireceğim…”

Belki de sürekli sakatlanıp, evde oturmak zorunda kaldığından yakasını daha da fazla kaptırıyordu at yarışı illetine. Atlar koşuyor, bahtı kaybediyordu. O yıllarda sarı kart bile zar zor gösterilirdi. En iyi hakemimiz Erman Toroğlu’ydu, gerisini siz düşünün! Spor doktoru olarak bir avuç insan vardı. Onlar da kendilerinin her şeyi bildiğini zannettiği için Rıdvan’ı bir önce ameliyat edenin yaptığının tam tersini yapmak ve futbol vahamızdaki en güzel rüyanın ipini yavaş yavaş çekmekle meşguldü. Aslında kabahat Rıdvan’daydı! Bize futbol adına öylesine masalsı, öylesine muhteşem anlar yaşatmıştı ki biz hep bir an önce düzelmeden o anları tekrar yaşatması için sahalara dönmesini istiyor, sabırsızlanıyorduk. Rıdvan da futbolu en az bizim kadar seviyor, dayanamayıp o zamanlarda yeni yeni popüler olan halı sahalarda da boy gösterirken aslında o eşsiz ayakların suni çimde daha da sakata gelmesine sebep oluyordu.

Bir yandan da kendisine yakışacak şekilde çapkın bir adamdı. Yine de Tanju gibi çapkınlığı yüzüne gözüne bulaştırmıyor, saha içinde olduğu gibi özel hayatında da herkese en usta çalımları atmayı başarıyordu. Bizim berbere göre o zaman bizim mahalledeki bütün kızlarla olmuştu. Ama beni hiç mi hiç ilgilendirmiyordu, biz Rıdvan’ı mahalledeki kızların sevdiğinden çok daha fazla seviyor çok daha fazla özlüyorduk. Bir keresinde o zamanların tartışmasız en iyi savunmacısı olan Takoz Recep’e bir atakta tam 3 kez çalım atmış, Recep diğer meslektaşları gibi insafsız olmadığı için Rıdvan’a tek bir tekme dahi sallamamış hatta bir pozisyondan sonra milli takım arkadaşını alkışlamıştı.

Son olarak 1994-95 sezonunda bir avuç maçta forma giydi. Birçok insanın hayat boyu kötürüm kalmasına sebep olacak onca insafsız tekmenin yol açtığı müzmin sakatlıklara rağmen 33 yaşına hem bizim gönlümüz olsun hem de futbol aşkına doysun diye oynamaya devam etti. Sağ diz bağından beş, sol omzundan iki, sağ ayak bileğinden bir, karın fıtığından bir, sağ kol pazusundan bir olmak üzere toplam 10 ciddi ameliyat geçirmesine sebep olan 278 Birinci Lig maçında 69 gol atıp sayısız asist yaptı. 1996’daki jübilesinde gol attıktan sonra jübile kurgusu gereği oyundan alındığında kalbimizde hiç bitmeyecek bir boşluk bıraktı. 1980-1995 yılları arasında onu izleyen herkes onun topla buluştuğu her anda tarifi mümkün olmayan zevkler yaşadı; o anlarda enflasyonu, Özal’ı, Kenan Evren’i ve o yıllarda hayat diye kendilerine layık görülen kâbusu unuttu. Çoğumuzun evinde hala karton maketinde bile top ayağına olağanüstü yakışan Rıdvan Dilmen, cennetten çalınmış en güzel futbol rüyasıydı.

Keşke bir sene daha uzatıp Euro 96’da milli takım formasını giyse, tüm dünya bir kez daha o eşsiz futbol zekasından nasiplenseydi. Milli Takım formasını giydiği son maçında, bizi bir kez daha rezil olmaktan kurtarmış, İstanbul’da San Marino’nun tarihlerindeki ilk golü bizim kalemize attığı maçın 87. dakikasında skor 1-1’ken kullandığı serbest vuruşla maçı kazanmamızı sağlamıştı. O eşsiz zekası bugünlerde bir sürü Demirel gibi konuşan “yorumcu” sıfatlı şaklabanın arasında birkaç gerçek futbol analistinden birisi olarak hala futbol gecelerimizi aydınlatmaya devam ediyor. Aslında teknik adam olarak da gayet başarılıydı. Fenerbahçe’den sadece Türk antrenör olduğu için haksız bir biçimde kovulduğunda Fenerbahçe ligde namağluptu. İlk teknik direktörlük deneyiminde 2. ligde 0 puanla ligin dibine demir atmış Vanspor’u şampiyon yapmıştı. Geçen sezon aynı durumdayken Sunderland’e aynı başarıyı yaşatan Roy Keane şimdilerde istikrarsız sonuçlar alsa da baş tacı ediliyor. Rıdvan Dilmen ise onu at yarışı illetinden kurtaran iddaa’da sürekli kazanıyor, kazandırıyor; maçlarda yorumcu olarak golleri, oyuncu değişikliklerini kaderi kendisi yazıyormuş gibi bilerek onu tanıyanlar hariç herkesi şaşırtıyor. Ona o zamanların Messi’si olmasına rağmen Barcelona formasını giydirmeyen kaderin devamı bu işte!

Ülkemizde futbol, örnek aldığımız Avrupa’nın standartlarında olsa, bugün Rıdvan Dilmen, üç büyüklerin birinin başında Barcelona’da Beguiristein ve Real Madrid’de bir zamanlar Valdano’nun şimdilerde Mijatoviç’in olduğu gibi tam yetkili futbol direktörü olurdu. Hatta belki de o standartların hayata geçirilmesi, Rıdvan’ın en azından Milli Takımlar Futbol Direktörü olarak göreve getirilmesi ile başlatılabilir. Ama bunların hiçbiri olmasa da, 1980-95 yılları arasındaki futbol aşığı çocuğun gözlerinde, Rıdvan Dilmen bu zamana kadar sahalarımızda görülmüş en güzel futbol rüyası olarak görünmeye devam edecek. Geçen sene, Fenerbahçe’nin yüzüncü yılının kutlandığı maçta attığı o rüyadan kalma çalımlardan sonra ona bin kez daha teşekkür etsek azdır. Bize kızma ama sana hiç doyamadık! Haftaya hangi halı sahada oynuyorsan, bizi de çağır lütfen çünkü senin oynadığın her takım bizim nazarımızda zaten Barcelona’dır!

http://aliece.blogspot.com/2009/03/bizim-kayip-messi-ridvan-dilmen.html

Rıdvan Dilmen'in imzasını taşıyan Futbol Topu

1987-1988 Fenerbahce Kadrosu

1987-1988 Fenerbahçe kadrosu
(Müjdat Yetkiner, Kayhan Kaynak, Dusan Pesiç, Nezihi Tosuncuk, Sedat Karaoğul, Jivan Lukovcan, Şenol Çorlu, Önder Çakar, İsmail Kartal, Durmuş Çolak, Rıdvan Dilmen)

1988-1989 Fenerbahce Kadrosu

1988-1989 Fenerbahçe kadrosu
(Tony Schumacher, Oğuz Çetin, Şenol Ustaömeroğlu, Hasan Vezir, Turhan Sofuoğlu, Nezihi Tosuncuk, Müjdat Yetkiner, Hakan Tecimer, İsmail Kartal, Aykut Kocaman, Rıdvan Dilmen)


http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://www.amele.tv/files/img/ridvan-dilmen-2.jpg&imgrefurl=http://www.amele.tv/futbol/ridvan-dilmen-3.html&usg=__oQNBHmEzJJJcU9CJfspsATKSJ08=&h=240&w=293&sz=11&hl=tr&start=80&um=1&tbnid=DvnpOb59R-0fUM:&tbnh=94&tbnw=115&prev=/images%3Fq%3DR%25C4%25B1dvan%2BDilmen%26ndsp%3D20%26hl%3Dtr%26client%3Dfirefox-a%26rls%3Dorg.mozilla:tr:official%26sa%3DN%26start%3D60%26um%3D1

rıdvan, dilmen, efsanesi, fenerbahçe

Rıdvan Dilmen
Efsaneler

http://img145.imageshack.us/img145/1406/77993965nk0.png



rıdvan dilmen


http://nazillihaber.org/haberesim/memati.jpg

ridvan.jpg


http://galeri.milliyet.com.tr/2009/8/27Bir_tekmeyle_sonen_yildizlar/27.jpg

0 yorum:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Etiketler